12 Aralık 2013 Perşembe

BKK 89; DOKUNMAK NE KADAR ÖNEMLİ ?

DNA testine ihtiyaç yok:)
Deri vücudun dışını tamamen kaplayan en büyük duyu organımız.
Ayrıca, olmadığında yaşayamayacağımız tek duyu organımızdır.
Hayalle gerçeği  ayırmakta son kanıt olarak, ona güveniriz.
Derinin görevi vücut ısısını ayarlamak, solunuma ve boşaltıma yardımcı olmak, vücudu dış etkilerden korumaktır.
Derinin üzerinde dokunmayı, basıncı, ağrıyı, sıcağı vb. duyuları algılayan almaçları vardır.
Londra Üniversitesi Nöroloji Bölümü’nden bilim insanları, karmaşık bir fiziksel duygu olan ağrıyı azaltmak için ‘kendine dokunma’yı kullandı.
“Yaralandığınızda veya bir elinizi kestiğinizde ilk yapacağınız şey nedir?” sorusunu yönelten Dr. Marjolein Kammers, “Yaralandığınızda veya herhangi bir sebepten dolayı ağrınız olduğunda elinizi ağrıyan yerin üzerine koyun, ağrınız hafifleyecektir” diyor.
Dr. Kammers’a göre, insanların ağrıyan yerlerine ellerini götürmesi otomatik olarak düşünce gücünü harekete geçiriyor ve kişinin, o noktaya yoğunlaşmasını sağlıyor. Çalışmayı yapan uzmanlar, araştırmaya katılan hastalardan ellerini ağrıyan yerlerinden çekmeleri istendiğinde ve bir başkasının elinin o bölgede tutulması halinde ağrıda artış olduğunu belirtiyor.
Nörolog Dr. Marjolein Kammers ve ekibinin yaptığı ısı çalışmasının sonuçları da bir hayli ilginç. Çalışmada, sadece bir tanesinin yakıcı özelliği bulunan 3 ayrı sıcaklıktaki noktaya elin 3 parmağı değdiriliyor. Diğer iki nokta soğuk olduğu halde kişi, 3 parmağı da yanmış gibi tepki gösteriyor. Hatta hiç yanmamış parmakları, yanmış parmakla birlikte su bile toplayabiliyor.
13'üncü yüzyılda, Alman İmparatoru II.Frederick hiç sözcük duymayan bebeklerin nasıl konuşacaklarını merak eder. Bu deney için, barbarca ailelerden bir çok bebek toplatır, onları asla dokunulmaması ve konuşulmaması emriyle beslemesi için  bakıcılara verir. Kısa bir süre sonra bebeklerin hepsi konuşamadan ölür.
Deney berbat bir şekilde sonuçlansa da, dokunmanın ne kadar hayati bir öneme sahip olduğu ortaya çıkmıştır.
Dokunduğumuz şeylere, daha fazla bağlanırız, bu nedenle bir mağazadan alışveriş yaparken, iyi satışçılar, ürüne mutlaka dokunmamızı sağlarlar.
Araştırmacılar; erkeklerin ilk kez, yolda gördükleri kadınlara dokunarak  mı, yoksa dokunmayarak mı daha kolay telefon numaralarını alabileceklerini incelemişler. 240 genç kadından, 3 erkek daha sonra  bir şeyler içmek için, telefon numaralarını istemişler, kadınların yarısına 1sn’liğine dokunmuşlar, diğer yarısısa hiç dokunmamışlardır. Dokunulmayan kadınların telefon verme oranı %10, dokunulanların %20 olmuştur. 1sn’lik dokunuş populariteyi ikiye katlamıştır. Yapılan araştırmalarda, müşteriye dokunan garsonların, teklif ettiği yiyecekleri müşterilerin kabul etme  oranı %40’dan, %60’a çıkmıştır, bahşiş miktarları %20 artmıştır. Yüzlerce deneyde de küçük bir dokunuş isteğin kabulunu kolaylaştırmıştır.(Ben dokunulmaktan hiç hoşlanmam, diyenlerin sayısı bu araştırmalarda devede kulak kalmıştır.) Bir birine en çok dokunan takımların en çok işbirliği yapan ve en çok kazanan takımlar olduğu ortaya çıkmıştır.
Yeni tanıdığınız birini etkilemek mi istiyorsunuz parmak uçlarınızla karşınızdakinin sırtına, koluna dokunarak ona yol gösterin, küçücük bir dokunuş bile olağanüstü etki yaratabilir.


BKK 88; TRANSLARIMIZ

Bazı eğitimlerimde katılımcıların bir kısmı ''hocam ben transa girmem, telkin kabul etmem.'' der. Transtan hiç çıkmıyoruz ki girmemekten bahsedelim, sürekli bir transtan diğer transa geçiyoruz sadece.. Giydiğimiz her marka kıyafet telkinden etkilendiğimiz anlamına geliyor zaten.
Kendi egonuzu terkedin, karşınızdakinin egosuna girin, ve bir tavuk gibi hiç doymak bilmeyen egosunu besleyin. Trans başlatmanın en kolay yolu gülümsemektir. Telefonda bile konuşurken gülümsemenin gücünden faydalanabilirsiniz.
Söylediklerini onaylamanız trans yaratır.
Ortak noktalarınız transı güçlendirir, iltifatlar; hele gerçekse çok işe yarar.
Bazı kelimeler ve tekrarları yeni, kolay gibi transı kolaylaştırır.
Keşiflerde bulunmasını sağlamak, farkındalığı arttırmak güveni, güven de transı yaratır.

Bu kitabı yazarken kitabın ismine de taktım, sürekli isminin ne olması gerektiği transındaydım. Sonunda harika bir isim bulduğuma inandım;  ‘’Avatarların en güçlüsü; bilinçaltı; gerçeklik bükücüsü.’’ Heyecanda uyuyamayarak, bloğumun yeni bir sayısına  bu adı verdim ve tıklanma rekorumu beklemeye başladım. Sizce ne oldu? Fena çuvalladım. Minimum tık sayılarından birini aldı. Okuyucunun ne düşündüğüne değil , yani onun transına(ne düşündüğü) değil, kendi transıma girmiştim. Bu dersle okuyucunun transında neler olabilir diyerek bir blog yazdım.’’Birinci kadın, ikinci kadın, erkek +18’’ Okunma rekorları kırdı. Hemen hemen hepimiz kendi transımızı başkalarının transına girmeye tercih ediyoruz. Karşınızdakini etkilemek mi istiyorsunuz, karşı tarafın translarına bir yolculuk bileti alınJ


10 Aralık 2013 Salı

BKK 87; BİLİNÇALTI DİLİ İNGİLİZCEDEN ÖNEMLİ


‘......olsaydı’ =’’Ne olurdu?’’ Hayal edin.
Cümle kalıbı,bir miktar sihir içerir.
Bu söz doğruca bilinçaltına işler ve zihinsel bir virüs gibi harekete geçer.
Bu blogların tamamını okusaydınız  insanları etkileme gücünüz 2 katına çıkardı. Bu güçle neler yapabilirdiniz? Hayal edin.

Bir araştırmada, insanlar bir odanın  kapısından çıkıyor ve koridorun sonundaki kapıya bir kısmı hızlı, bir kısmı da yavaş şekilde yürüyerek gidiyor. Neden bir kısmı yavaş yürürken, bir kısmı da hızlı yürüyor? Buna neden olan şey bir deney;  insanları odadan çıkmadan evvel  iki guruba ayrırarak, bir guruba içinde ''hız'' kelimenin de  bulunduğu 4 değişik sözcük, ikinci gurubaysa ''yavaş'' kelimesinin de  bulunduğu 4 ayrı sözcük veriliyor. Bu sözcüklerle birbirinden farklı cümleler üretmelerini istiyorlar. Kapıdan hızlı yürüyerek çıkan gurup hızlı kelimesiyle çalışmış olanlar, yavaş yürüyenlerse yavaş kelimesiyle çalışmış olanlar oluyor. Bu deneyi hız ölçümlemesi yaparak, Yale Üniversitesinden Prof.John Bargh yapıyor. 10 dakika kullanılan kelimeler insanların hareketlerine bu kadar çabuk etkide bulunurken, çocuklarımızın bir ömür bizden duyduğu veya bizim ömrümüz boyunca duyduğumuz kelime kalıplarının yaratacağı etkiyi bir  düşünün.
Bu söylenenler çocuğun yetişkinlik sürecinde de yakasını bırakmıyor ve onun değerlerini oluşturuyor.
''Oğlum insanlara güvenme eşyalarını çalarlar.'' denilen  çocuk için; insanlar kötü ve güvenlmezdir. Tam tersi ''Eşyalarını arkadaşlarınla paylaş, beraber oynayın.'' denilen çocuksa insanlara güvenmeyi , paylaşmayı öğrenecektir.
''Hayat risklerle dolu, ne olur ne olmaz, sağlam işin olsun, çoluk çocuk aç kalırsınız sonra.'' mesajları hayata endişeyle dolu bakan  sosyopatları hazırlarken.(Çoğunluk gibi) ''Sana güveniyoruz, hayallerinin peşinden koş, çalışarak istediğin her şeyi başarırsın.'' mesajı ise, geleceğe umutla bakan, mutlu olma potansiyeli büyük olan bir insan hazırlamaktadır.İnsanlar ve olaylar tabi ki kötü de olabilir, bazı ebeveynler onları gerçek hayata hazırlıyoruz derler, hazırladım derken kötülük gören çocuk'' bu da kötü, insanlar kötü.'' derken,  güvenle büyütülen çocuk'' insanlar iyi ama bu kötüymüş'' diyecektir. Kullandığımız kelimelerimizi değiştirmek için vakit hiç bir zaman geç değildir. Bu sefer, sizi mutlu ve tatmin edecek bir geleceğe doğru gideceğiniz  kelimelerinizi seçin.

Bazı kelimelerin kullanımı bilinçaltı için çok etkilidir;

SİZ
PARA
TASARRUF
YENİ
SONUÇLAR
KOLAY
SAĞLIK
GÜVENLİK
AŞK
KEŞİF
KANITLANMIŞ
GARANTİ

Bazı cümle kalıplarıysa çaktırmadan mesajı verir bazen de  emreder, bu kalıpları özellikle satışçılar sıklıkla kullanır;
‘Sana BU ARABAYI ALmanı söyleyecek değilim. Buna sen karar vereceksin.’
‘Sana BORSAYA DAHA ÇOK PAR YATIRmanı söyleyecek değilim. Kendi hesabını kendin yapacaksın. (Farkındaysanız, sana söyleyecek değilim deseniz de aslında bir talimat veriyorsunuz!)
Bir insana ne karar verdiğini sorduğunuzda, verdiği yanıt, neye inanarak karar verdiğini ve fikrini nasıl değiştirebileceğinizi (nasıl satış yapabileceğinizi, ikna edebileceğinizi) anlatır.
‘Düşündüm ki, KULÜBE BAŞLANGIÇTA SADECE BİR YILLIĞINA ÜYE OLmak isteyebilirsin. BİR YILIN SONUNDA ÜYELİĞİNİ YENİLERSİN.’
‘BU GÜZEL ARABAYI SATIN ALmayı bir düşün istersen.’ (Almak zorunda değilsin; ama yine de düşün!)
‘Hemen şimdi KARAR VERmek zorunda değilsin.’
‘İnsanlar KALİTELİ BİR ARABAYA SAHİP OLMANIN ÖNEMİni nasıl anlamaz?’
‘HEMEN KARAR VERmen şart mı bilmiyorum. Kaçmıyor ya! (Aslında biliyorum; ama kibarlığımdan böyle söylüyorum.)
‘BU ARABA 1 LİTRE BENZİNLE 20 KM GİDİYOR desem şaşırır mıydınız?’ (‘Desem şaşırır mıydınız’ ifadesi, çok edici bir gerçeğin açıklandığını vurguluyor.)
‘Size 10 YAŞ GENÇ GÖRÜNmenin yollarını gösterseydim, UYGULAr mıydınız?’ (Bu kusursuz bir kapanış hazırlığı sorusudur. Gösterebilecek olmasanız bu soruyu sormazdınız. Şimdi ‘evet’ yanıtı alır almaz gösterebilir ve anlaşmayı bağlayabilirsiniz.)

Etkili Hipnotik Dil Kalıpları;
Akıl verecek değilim ama…
Ne düşünüyorsunuz?
Bilmek isteyeceğinizi düşündüm…
Karar vermenize yardımcı olacak…
Kimi insanlar nedense..
Olsaydı…
Seçmeniz gerekseydi..
Hiç gördünüz mü?...
Neler olabileceğini bir hayal edin…
Size yöntemini gösterseydim…
Siz de öyle hissetmiyor musunuz?
Hesabı ben ödeyeyim:)


4 Aralık 2013 Çarşamba

BKK 86; AYAKLARIMIZDAKİ KELEPÇE; TRAVMALARIMIZ



Travmalar akla gelince genellikle  topu inşaata kaçan çocuk resmi gelir aklımıza. Ama travmalar taşınma, okul değişikliği, işsiz kalma, ayrılık gibi bir çok şekliyle karşımıza çıkabilir. Travmanın büyüklüğü küçüklüğü değil yaşanılan olayın bizim için yarattığı etkinin büyüklüğüdür mühim olan. Kardeşinize alınmış ve size alınmamış bir hediye bile sizde bir ömür boyu yerleşecek değersizim duygusunun temelini atmış olabilir. Terapistler bu travmaları su üstüne çıkartmaya çalışırlar çünkü bilinçaltından bilinç seviyesine çekilmemişbir bilgi onarılamaz. Bilinçaltı da sırf bizi koruma amaçlı aynı korku filmini oynatır durur. Çoğunluk fobimizin kökeninde bunlar yatar. Su üstüne çıkan travmalarımızın ya etkisi azalır ya da yerine yeni bir senaryo eklersek etkisi tamamen yok olur.

Bilinçaltı çözümlenmemiş, olumsuz duygu yüklü anıları bastırır. Amacı kişiyi korumaktır. Yine de baskılanmış bu anılar ile ilgili semptomlar yaratmaktan da geri kalmaz. Örneğin kişinin yaşadığı taciz olayını bastırır ama kişinin kirlenmişlik hissini temizlik takıntısı ile dışa vurur. Bunu klasik bir obsesif-kompülsif (Takıntı)durum olarak görürseniz tedavi şansınız kalmaz. Bu davranışı baskılasanız bile ya bir süre sonra yeniden ortaya çıkar ya da şekil değiştirir.
Veya bize çok önemsiz görünen bir olayı; mesela  aileye yeni bir kardeşin katılmasıyla ilgili bir olayı; kardeşini karşılayan çocuğun blinçaltı öyle bir büyütebilir ki, tüm toplama kamplarında yahudilerin yaşadığı travmalar bir araya gelse onunkinin yanında solda sıfır kalır..:)

Bir Asos tatilimde zıpkınla yeterince balık yakaladım ama  çok istediğim halde bir ahtapot bile görememiştim. Kaldığımız yerin iskelesinde güneşlenirken, bir çocuk çığlığıyla yerimden sıçradım. Gördüğüm manzara ürkütücüydü; iskelenin merdivenlerinden çıkan 5 yaşlarındaki bir çocuğa 3 kiloluk dev bir ahtapot sarılmıştı. Koşarak delicesine ağlayan çocuğun üzerinden ahtapotu aldım ve hemen çocuğu ahtapotu yakaladığı için tebrik ettim. Ona günlerdir yemek için ahtapot aradığımı ama bulamadığımı, onun bulmasının büyük bir  ustalık veya şans olduğunu söyledim. Ağlayan çocuk önce sustu, sonra keyifle dinlemeye başladı, bir süre sonra gurur ifadesi oturdu yüzüne, ahtapotun eti yumuşasın diye beraber uğraştık. Akşama nefis ahtapot salatası ve mangalda ahtapot yaptım. Ahtapot servis edilirken çocuğun annesi geldi ve oğlum ahtapottaki payını istiyor, dedi Ahtapotu yerken çocuğun yüzünü görmeli, çıkarttığı şapırtı sesini duymalıydınız:) Belki çocuğun, bir ömür boyu denizden korkmasına neden olacak bir travma, anlık bir müdaheleyle bertaraf edilmişti.

''Çocuk şanslıymış, yanında siz vardınız.'' diyebilirsiniz. Aslında tüm farkında olunan veya olunmayan travmalara sahip olanlar çok şanslı. Çünkü bilinçaltı zaman kavramını  bilmediğinden her şeyi o anda yaşıyor, yani 5 yaşında yaşadığımız bir travmayı dahi o an olmuşcasına capcanlı tutuyor. Yani ahtapotla ilgili müdaheleyi çocuğa 20 yıl sonra da yapsak farketmezdi.(20 yıl yaşadığı sıkıntı hariç)Geçmişteki en büyük travmalar, fobilerimiz bilinçaltı için  yeni gerçekleşmiş gibi olduğundan etkilerini de  bir anda silmek çok kolay:)

3 Aralık 2013 Salı

BİLİNÇALTI KULLANMA KILAVUZU 85; EL YAZINIZ KARAKTERİNİZİ ELE VERİYOR

Grafoloji, türkçede yazıbilim anlamına geliyor.İngiliz Grafoloji Enstitüsü Başkanı ElaineQuigley, tüm dünyada tanınmış grafologların başında geliyor. Quigley’e göre el yazısı bir nevi ‘zihin yazısı’ demek. Bu konuda grafolojinin kullandığı evrensel bir metodoloji de var. Yani el yazısıyla kişinin karakterini okurken kullanılan göstergeler, ulustan ulusa, kişiden kişiye değişmiyor. Uzman bir grafolog, kişi hangi ulustan gelirse gelsin hangi lisanda yazarsa yazsın, o kişinin düşüncelerinin el yazısıyla kağıt üzerine yansıyan izdüşümlerini okuyabiliyor.

Grafolojide en az 300 farklı el yazısı örneğinden yola çıkılarak inceleme yapılıyor. Fakat yine de değişmeyen ve temel olarak nitelendirilen belli bazı göstergeler var. İşte bunlardan bazıları:

Eğim:
+ El yazısının sağa doğru eğimi, kişinin iletişim yeteneğinin göstergesi olarak yorumlanıyor. Örneğin kişi daha arkadaş canlısı, yönlendirici, sorumluluk sahibi, girişken olma eğilimi taşıyordur. Aynı zamanda satış yapmaya, kontrolü elinde tutmaya, sevilmeye, destekçi olmaya kadar uzayan birçok olasılığı barındırır.
+ Yazı sağa doğru eğildikçe kişinin kararlarında duygularının etkisinde kalma özelliği artar.
+ El yazısının genellikle dik oluşu kişilik bağımsızlığına işarettir.
+ Sola doğru eğilen el yazısı, duygusal olarak ihtiyatlılığı temsil eder. Bu el yazısının sahibi, öncelikle her detayı doğrulama ihtiyacı duyar. Başkalarının onu herhangi bir söz vermeye zorlamasından hoşlanmaz.

Büyüklük:
+ Büyük el yazısıyla yazan kişiler daha çok dışadönük, dost tavırlı kimselerdir. El yazısının sahibi kişi yabancılara karşı daha mesafeli olmayı tercih etse de kendine güvenle hareket eder.
+ Küçük el yazısı mantığı temsil etmenin yanı sıra zıt düşülen kişilere karşı acımasız olmayı da ifade eder. Akademik ve zihinsel uğraşılardan hoşlanan kişilerde bu tip el yazısı görülür.
+ Eğer yazı hem küçük hem de zarif ise kişinin kendi dalga boyuna uygun olmayan kişilerle de iyi bir iletişim kurması olası değildir. Bu kişiler, sosyal olarak kabul görmüş kuralları yıkmak konusunda zorlanırlar.

Baskı:
+ Koyu harflerle yazan kişiler verdikleri sözü yerine getirmek konusunda çok titizdirler. Ve etraflarındaki birçok olan biteni ciddiye alırlar.
+ Çok koyu harfler ise kişinin gerginliğinin, eleştiriye karşı sinirlerine fazla hakim olamayışın ve küçük imalardan bile alınganlık gestermenin ifadesi olarak yorumlanıyor. Bu kişiler önce tepki gösterir sonra soru sorarlar. Ve duygusal davranışlarını devam ettirirler.
+ Çok silik ve ince yazılar ise ortama ve insanlara olan hassasiyeti temsil ediyor. Ama yazı aynı zamanda kaba saba ve şekilsiz ise kişi duygusal derinliği bile devam ettiremiyordur ve sönük bir yaşam tarzı sürdürüyordur.

L, t ve h harflerindeki sırlar:
+ Bu harflerin üst kısımlarının uzun olması hedef ve hırsın mevcudiyetini gösterir. Ancak üst tarafı fazla uzun l, t ve h’ler, kişinin başarması gerektiğini düşündüğü meselede gerçekdışı beklentiler içinde olabileceği anlamına gelir.
+ Bu harflerin üst tarafının oranlı bir şekilde kuyruklu olması kişinin herşey üzerine etraflı bir şekilde düşündüğünü ve hayalgücünü makul bir şekilde kullandığını gösterir.
+ Kıvrımın enli olması, yeni fikirler üretme ve bunların üzerine uzun uzadıya düşünme eğilimini ortaya koyar.
+ Üst kıvrımın tekrar harfe geri dönmesi, yazı sahibinin hayalgücünü kullanmaktan kaçındığını ve elindeki işi bitirebilmek minimum gerekliliklerle kendini sınırladığını gösterir.

G, y, p harflerindeki sırlar:
+ Kuyruğun dik olması, sabırsızlık alametidir.
+ Kuyruğun basık bir şekilde yuvarlanması, saldırganlık ve yüzleşmekten uzak durma isteğini ortaya koyar.
+ Kuyruğun bastırılarak yazılmış tam bir kanca halini alması, enerji, para kazanma isteği ve tenselliğin göstergesidir.
+ Kuyruğun bastırmadan tam bir kanca şeklini alması güvenlik ihtiyacını gösterir.
+ Kelimeler arasındaki mesafe
+ Kelimeler arasındaki mesafenin fazla olması, “bana nefes alacak alan bırak” mesajını içerir.
+ Kelimeler arasındaki mesafenin daha az olması ise başkalarıyla birlikte olma isteğini ortaya koyar, ama böyle yazan insanlar zaman zaman gereksiz bir kalabalığa neden olabilirler ve dayatmacı bir kişilik sergileyebilirler.

Satırlar arasındaki mesafe:
+ Satırların arasının açık olması, olaylara sakin ve geniş perspektiften bakma eğilimini ortaya koyar.
+ Satır aralarının dar olması, yazarın hareketi sevdiğini ve eylemin içinde olmaktan hoşlandığını gösterir.
+ Satır araları dar olup, harfler arasındaki bağlantı çok sıkı değilse, söz konusu el yazısının sahibi baskı altında sükunetini koruma disiplinine sahiptir.

Sayfa kenarındaki boşluk:
+ Sayfanın sol tarafındaki boşluk, kişinin köklerini ve ailesini gösterir.
+ Sağ taraftaki boşluk, diğer insanları ve geleceği temsil eder.
+ Tepedeki boşluk hedef ve hırslardır.
+ Sayfanın dibindeki boşluk, enerji, içgüdü ve pratiklik anlamına gelir.
+ Sayfanın sol tarafındaki geniş bir boşluk bırakılması, hareketliliği sürdürme isteğini ortaya koyar.
+ Soldaki mesafenin az olması ise temkinlilik ve hazır olmadığı takdirde bir şeyleri yapmaya zorlanmaktan kaçınma isteğini belirtir.
+ Sağ taraftaki boşluğun az olması, sabırsızlık göstergesidir ve bir an once işe başlayıp işi bitirme eğilimini yansıtır.
Sağda geniş bir boşluk bırakılması ise bilinmeze karşı korkunun mevcudiyetini ortaya koyar.

Çevremizdeki yazılara biraz daha dikkatli bakarak arkadaşlarımız, eş adaylarımız, işe başvuranlar hakkında neler neler öğrenebiliriz, bir düşünsenize...

Alıntı 

28 Kasım 2013 Perşembe

UZMANINDAN
EŞ BULMA  TEKNİKLERİ

Öğrendiklerinizle ne yapacağınızın sorumluluğu tamamen size aittir. İster yuva yapar,  ister yuva yıkarsınız artıkJ

Önce hazır hale gelmeniz lazım evrene ufaktan eş istiyorum enerjisini önce bir salın, olmadı mı? Biraz daha salınJ

Erkekler  için simdi vereceğim taktiklerin bir önemi yok, onlar nasılsa kafalarının dikine gidecekJ Yahu tek kriterleri ‘’nefes alsın yeter’’ diyen %50 erkek nüfusunun olduğu yerde, uygun tekniklerle kralını bulabilirsiniz siz.

Kolay kadın olmayın( İlk gün beraber olmayın:), evlilik isteyen insan havasında hiç olmayın, yoksa adam başta gardını alır, her hareketinizi de evlilik için yaptığınızı zanneder, kendinize aşık ettikten sonra  evlilik muhabbeti açacaksınız sabırlı olun.

Yalan her yerde çatır çatır söylenirken ilişkide dürüstlük diye bir şey olmaz. (en azından başındaJ) Her ilişkinizi anlatmak zorunda değilsiniz. Onunla beraberken,  öksürse kendinizden geçin(abartıyorum tabi )yani kendini dünyanın en muhteşem erkeği olarak algılamasını sağlayın, çünkü bu sayede sizin yanınızda kendini çok iyi hissedecekJ Bir kısmınız eşitlik var ben bunları yapamam diyorsa kocayı daha çok beklersiniz, egonuzu bir kenara koyun, evlendikten sonra bunların acısını bir ömür boyu çıkartacaksınız zaten, merak etmeyin.:)
Onunla enerjiniz hep yüksek olsun, düşerse bu açığı ağlayarak giderin. Aptal erkeklik havalarına girdiğinde bunun hakkını verin buz gibi havada size ceketini tuttuğunda sakın almamazlık etmeyin, erkek üşümesin diye almayanların hepsi evde kaldı. Hatta ceketi aldıktan sonra gözlerinizi kırpıştırarak minnetle koca adayınıza  bakın. Bakın salaklığına acıyarak değil, burası çok önemli; minnetle bakıyorsunuz.:)

Kavramak erkek için sahiplenmek demektir, elindekini, hatta kollarındakini kaybetmeyi hiç istemez sahiplenici kişilik. Bu nedenle; tek elle çift elle sizi sarmasına, korumasına izin verin, yardımcı olun garibeJ

Ürkek erkekler belli bir yaşa kadar ürkekliklerinden bekar kalmıştır, çevrenize özellikle o tiplerden sipariş verin.  Evde oturup tek başınıza ağlasanızda kendinize ait bir özel hayatınız olsun, çünkü erkekler %90 kaybetme korkusundan ve ailenizin baskısından evlenir, diğer %10’un da başka bir nedenden evlendiğini  sanmıyorum, bazı erkekleri korumak için %10’u uydurdumJ

Erkeklerin bol, kadınların az olduğu sosyal ortamları seçin. Dans ve fotoğraf kulüpleri kadın sayısının çok daha fazla olduğu yerlerdir, oralarda  avucunuzu yalarsınızİleri finans kursları gibi yerler  cıvıl cıvıl koca adaylarının cirit attığı yerlerdendir.

Her türlü genetik hastalık sülalenizde bulunsada, ne kadar sağlıklı genlere sahip olduğunuz yalanını  herifin  üremek isteyen bilinçaltına  duyurun. 

Salağa bağlayın adamı, onun adına kıyafetlerini siz seçin v.b  hayatını  kolaylaştırarak size bağımlı hale getirin. Sizsiz yapamayacağını düşünsün,  ama sebebini bilemesin.  Çocuk istiyorum diyerek adamı ürkütmeyin her erkek sanki istiyormuş zannedeceği kıvama getirilebilir, yapamazsanız beni arayınJ

Tüm yatırımınızı güzelliğe, kokuya ve şıklığınıza yapın, erkekler ambalaja kadınlardan çok düşkündürJ
 İlişkinin başında küçücük dokunuşlarla varlığınızı hissettirin. Doymadan  tadına baktığı nefis bir yiyecek gibi özlesin sizi. Unutmayın etkilemeye çalıştığınız canlı bildiğiniz maymun,onu  kadınmış  gibi düşünürseniz işin içinden çıkamazsınız, onu maymun basitliğinde düşünürseniz onun bir muza her daim köleniz olacağı gerçeğini çabucak çözersiniz. Bir yastıkta kocayın inşallah.:)


7 Kasım 2013 Perşembe

BEYİN KULLANMA KILAVUZU 84; METRODAKİ KEMANCI

Joshua Bell
Soğuk bir Ocak sabahı bir adam Washington DC'de bir metro istasyonunda, kemanla 45 dakika boyunca altı Bach eseri çalar. Bu süre içinde, çoğu işe yetişme telaşındaki yaklaşık bin kişi kemancının önünden geçip, gider.

Kemancı çalmaya başladıktan ancak üç dakika kadar sonra, ilk kez orta yaşlı bir adam kemancıyı fark edip, yavaşlar ve birkaç saniye sonra da gitmek zorunda olduğu yere yetişmek üzere yine hızla yoluna devam eder.

Kemancı ilk bir dolar bahşişini bundan bir dakika kadar sonra alır.Bir kadın yürümesine ara vermeksizin parayı kemancının önüne koyduğu kaba atarak, hızla geçer, gider.

Birkaç dakika sonra, bir başka adam duraklayıp, eğilerek dinlemeye başlar ancak saatine göz attığında işe geç kalmamak için acele ettiğini belirten ifadelerle hızla yoluna devam eder.En fazla dikkatle duran ise üç yaşlarında bir oğlan çocuğu olur.Annesinin çekiştirmelerine rağmen, çocuk önünde durur ve dikkatle kemancıya bakar. En sonunda annesi daha hızlı, çekiştirerek çocuğu yürümeye zorlar. Oğlan arkasına dönüp dönüp kemancıya bakarak, çaresizce annesinin peşinden gider. Buna benzer şekilde birkaç çocuk daha olur ve hepsi de anne, babaları tarafından yürümeye devam için zorlanarak, uzaklaştırılırlar.

Çaldığı 45 dakika boyunca kemancının önünde sadece 6 kişi, çok kısa bir süre durur. 20 kişi duraklamadan, yürümeye devam ederek, para verir. Kemancı çaldığı süre içinde 32 dolar toplar. Çalmayı bitirdiğinde ise sessizlik hakim olur ve kimse onun durduğunu fark etmez, akışlamaz.

Hiç kimse onun dünyanın en iyi kemancısı Joshua Bell olduğunu ve elindeki 3,5 milyon dolarlık kemanla, yazılmış en karmaşık eserleri çaldığını anlamaz. Oysa Joshua Bell'in metrodaki bu mini konserinden iki gün önce Boston'da verdiği konser biletleri ortalama 100 dolara satılmıştı...Bu gerçek bir hikayedir ve Joshua Bell'in öylesine bir kılıkla metroda keman çalması, Washington Post gazetesi tarafından algılama, keyif alma ve öncelikler üzerine yapılan bir sosyal deney gereği kurgulanmıştır. Sorgulanan şeyler; sıradan bir yerde, uygunsuz bir saatte güzelliği algılayabiliyor muyuz? Durup ondan keyif alıyor muyuz? Beklenmedik bir ortamda, bir yeteneği tanıyabiliyor muyuz?

Alıntı

 



 

1 Kasım 2013 Cuma

Balinaları koruyun..:)
BİLİNÇALTI KULLANMA KILAVUZU 83; MAHŞERİN 4 ATLISI

Garn'a göre zihnimizi meşgul eden 4 şey;
-Varlığını korumak
-Aşk
-Para
-İtibar görmek
Bunlardan birine veya birkaçına  hitap ederek karşımızdakini etkileyebiliriz. Mesleğiniz ne olursa olsun, sadece  bu dört ana maddeyle insanlara ulaşabilirsiniz.

.
Hikaye ve benzetmeler kullanarak insanların bilinçaltlarını tetikleyerek en hızlı şekilde zihinlerindekini değiştirebiliriz. İnançlarımız öyle köklü translar yaratır ki, bu inancımızla doğru veya yanlışa bakmadan inanırız. Örnek olarak; AKP'ye baktığımızda, ona güçlü bir inançla bağlı olanlar, AKP  ne yaparsa yapsın, ülkeyi bölecek olsa bile,  onu destekleyecek güçlü kanıtları beyinlerinde toplayacaklar, tam tersi CHP'ye inançla  bağlı olanlarsa AKP ağzıyla kuş tutsa, ona karşı olan argümanları,  onların da beyinleri itinayla toplayacaktır...Bu köklü inançları değiştirebilmek mümkün mü? Evet, nasılların detaylı cevapları yeni çıkacak kitabımda..:)

Bilinçaltı olaylar ve duygular arasında bağlantılar kurar. Kurulan bu bağlantılar ve yüklenen anlamlar davranışlarımızın gerçek sebepleridir. Bir davranışı değiştirmek için ona yüklenmiş anlamı gözardı eden yaklaşımlar, bilinçaltı karşısında yetersiz kalır.
Örneğin; eğer sigaraya kendine güven gibi bir anlam yüklenmişse, bu anlamı yükleyebileceği yeni bir davranış seçeneği sunmazsanız sigarayı bırakmanıza izin vermez. Bulunan davranış seçeneğinin de en az sigara kadar kolay ulaşılabilir olması gerekir...

25 Ekim 2013 Cuma

BİLİNÇALTI  KULLANMA KILAVUZU 82; MASTER YODA



Arsız bilinçaltı, her yaşadığı tecrübeyi algılarken, bunu bir takım süzgeçlerden geçirerek yapar. Aslında sihirbazların  yaptığı da  bizim algı filtrelerimizi kullanmaktır. Üç kağıt oyununda,  sihirbazın dikkatimizi üç kağıda çekip, diğer eliyle aradığımız kağıdı ağzına götürdüğüne ve bu anı kimsenin farketmediğine  şahit oldum(Kamera sayesindeJ)Farkında olmaya çalışmak farkındalığımızı bozuyordu, tabi ki bozmaya çalışanın istediği yönde.
Moralimiz bozuk olduğunda omuzlarımız düşer, hareketlerimiz yavaşlar, gözlerimizdeki ışık azalır. Harika hissettiğimizdeyse,  göğsümüz gerilir, omuzlarımız dikleşir, dudağımızın kıvrımları yükselir. Beyin her zamanki gibi görevini yapmıştır. Dünyayı gören gözlerimizin filtreleri, olayları bu değişen duygu durumumuza göre yorumlar.
Peki duruşunuz, duygularınızı etkiler mi?
Etkiler.
Bu nedenle kendimizi kötü hissettiğimizde, sadece duygularımıza yöneleceğimize, duruşumuzu; harika hissettiğimiz haline getirirsek,  duygularımızı da hızla değiştirebiliriz. Şimdi pratik yapın, gülümseyin....:) Duruşunuzu değiştirerek duygularınızı değiştirebilirsiniz.
Dakikada 2 milyon uyaran alıyoruz birkaç bin uyaranı değerlendiriyoruz.150 ile cevap veriyoruz.  Beyin onca bilgi nedeniyle bir takım verileri görmezden gelir,  bir kısmını tamamlar, bir kısmını da eksiltir. Ortada bilinçaltının seçtiklerinden bir dünya kalır.
Biz yaşadıklarımıza anlam katarak, o anın; iyi veya kötü olduğuna karar veriyoruz. Yaşadığımız bir olaya yüklediğimiz anlam; odağımız, sözel tanımlamalarımız, ve duruşumuza göre değişiyor. Şaka gibi değil mi? Mesela odağımız başarıya dönük mü, yoksa endişeye mi? Olay sırasında kullandığımız kelimeler mahvoldum gibi katlanılması zor veya kırıldım gibi katlanması kolay kelimeler mi?
Başımız omzumuz dik ve doğru nefes alırkenki bakış açımızla, başımız önde ve omuzlarımız düşükken ki bakış açımız tamamen farklıdır.
Bu yazılanları bilmek ne anlamamı gelir? Anlamı değiştirecek gücün elimizde olduğu anlamına gelir. Mutluluk veya mutsuzluğun bir seçim, hem de bizim seçimimiz olduğu anlamına gelir. Aslında hepimizin bir Avatar’ı olduğu anlamına gelir.  Beyin hayali ve gerçeği ayırt edemez. Çıplak bir kadının hayali bir erkeği sanki canlıymışcasına uyarır, ekşi limon hayali de gerçekmişcesine  ağzımızı sulandırır.
Bence asıl büyü, keşfedilecek en büyük buluş; hayallerimize hükmedebildiğimizde ve anlamları değiştirebildiğimizde hemen her şeyi yapabileceğimizdir. Yok olmasını istediğiniz bir şey için bir parmak şıklatması yeter, hatta şıklatmaya bile gerek yok.
Hayaller gerçekleşecek olayların tohumlarıdır, onlar olmazsa meyveler de olmaz. O zaman hepimiz çiftçilik konusunda uzmanlaşmalıyız. Çünkü beyin de, tıpkı toprak gibi ne ekersen ona göre mahsül  verir. Domates ekersen toprağın  az veya çok domates vermesi , patates ekersen toprağın az veya çok patates vermesi  gibi. Beyinde toprak gibiyse olumsuz düşünceler olumsuz sonuçları, olumlu düşüncelerse az veya çok olumlu düşünceleri doğurur.Daha güzel bir gerçeklik bükebilmeniz dileklerimle...

‘’Güç  sizinle olsun.’’  Master Yoda

23 Ekim 2013 Çarşamba

BEYİN KULLANMA KILAVUZU 81; ÖNYARGI

Aklımızda binlerce önyargıyla dolaşırız. Adanalılar şöyledir, top sakallılar böyledir, taşralılar şu şekilde davranır, zengin olan arkadaş değişir, sarışınlar v.b
Bu önyargılar nedeniyle çoğu zaman dost seçimlerimizde ve ilişkilerimizde de hatalar yaparız.

 Önyargılardan kurtulmaya çalışmak yerine beden dili gibi eğitimlerle önyargılarımızı daha da çeşitlendirir ve güçlendiririz. Anlaşılabilir bir dünya için stereotipleri (Aşırı genelleşmiş, kalıp yargı) bilerek ve isteyerek yaratırız. Bu iş arkadaşlarımıza bile yansıyacak şekilde adil olmamamızı da engelleyebilir.

Köyde yaşayan kadının biri, bir gün evde gelincik görür,( Bilmeyenler için tilkiden biraz küçük bu vahşi hayvan kümes telini bile kesecek dişlere sahiptir.) Önce korkar gelincikten, sonra gelinciğin yerde yuvarlanarak yaptığı soytarılıklardan etkilenir ve ona yemek verir. Zamanla yemek yerken gelinciğin başını da okşamaya başlar. İkiside birbirini çok sever. Kadının bir gün bebeği olur, bebek ve gelinciği evde bırakarak tüfeği ve bir testi suyuyla tarlaya gider. Dönüşte gelinciği kapıda görür, hem de ağzı burnu kan içinde. Beyninden vurulmuşa döner kadın, gelincik en sevdiğini almıştır hayatından. Çeker tüfeği ve vurur gelinciği yüzünün tam ortasından. Koşarak bebeğinin olduğu odaya girer. Bakarki bebek sapasağlam, az önce vurduğu gelincik beşiğe tırmanan zehirli yılanı öldürmüştür, kanda bebeğin değil yılanın kanıdır bebeği orurken yüzüne bulaşan...

Dr. önlüklü bir adamın her zaman melek olamayacağı gibi motosikletli deri ceketli bir adam da şeytan olmayabilir.
Hızlı düşünmenin ölüm kalım savaşı anlamına geldiği atalarımız için bu tarz önyargılar belki de gerekli iken, bugünün dünyasında gereksizdir  ve kaybettirdikleri kazandırdıklarına göre çok daha fazladır.

22 Ekim 2013 Salı

BEYİN KULLANMA KILAVUZU 80; ÖZGÜR İRADE

Bilinçdışı; bedeni çalıştırır ve korur. Kalp atışından, en küçük hücresel harekete kadar o takip eder.

Düşünüldüğünden çok daha fazla görevi vardır. Bazı bilim insanlarının görüşüne göre; attığımız her adıma bilinçaltı karar verir. Yapılan deneylerde beyin hareketleri incelenen katılımcılara parmaklarını kıpırdatmak istedikeri anda hemen bir düğmeye basmaları istenmiştir.(İstek zamanını yakalamak için) Katılımcılar düğmeye basmadan 20 sn önce beynin hareketle ilgili bölümünde renklenme görülmüştür, yani bilincimiz karar vermeden 20 sn önce, bilinçdışımız karar vermiştir. Biz hareketlerimizi, davranışlarımızı seçebiliyoruz derken bu deneye göre tüm hareketlerimiz bilinçdışımız tarafından biz farkında bile olmadan veriliyor. O zaman bu doğruysa, cezai ehliyetimiz yoksa, hareketlerimizden nasıl sorumlu tutulabiliriz? Özgür iradenin varlığından nasıl bahsedebiliriz?  Bilinçdışı yeni keşiflerle daha net anlaşıldığı gibi çok  güçlüdür ve (her zaman olmasa da) bizi kontrol edebilir.
BEYİN KULLANMA KILAVUZU 79; DOKUNMAK

Yeni tanıdığınız birini hızlı etkilemek istiyorsanız, bir zahmet aşağıdaki yazıyı okuyun.:)

Deri vücudun dışını tamamen kaplayan en büyük duyu organımızdır. Ayrıca, olmadığında yaşayamayacağımız tek duyu organımızdır.

Hayalle gerçeği  ayırmakta son kanıt olarak, ona güveniriz.


Londra Üniversitesi Nöroloji Bölümü’nden bilim insanları, karmaşık bir fiziksel duygu olan ağrıyı azaltmak için ‘kendine dokunma’yı kullandı.

“Yaralandığınızda veya bir elinizi kestiğinizde ilk yapacağınız şey nedir?” sorusunu yönelten Dr. Marjolein Kammers, “Yaralandığınızda veya herhangi bir sebepten dolayı ağrınız olduğunda elinizi ağrıyan yerin üzerine koyun, ağrınız hafifleyecektir” diyor.

Dr. Kammers’a göre, insanların ağrıyan yerlerine ellerini götürmesi otomatik olarak düşünce gücünü harekete geçiriyor ve kişinin, o noktaya yoğunlaşmasını sağlıyor. Çalışmayı yapan uzmanlar, araştırmaya katılan hastalardan ellerini ağrıyan yerlerinden çekmeleri istendiğinde ve bir başkasının elinin o bölgede tutulması halinde ağrıda artış olduğunu belirtiyor.

Nörolog Dr. Marjolein Kammers ve ekibinin yaptığı ısı çalışmasının sonuçları da bir hayli ilginç. Çalışmada, sadece bir tanesinin yakıcı özelliği bulunan 3 ayrı sıcaklıktaki noktaya elin 3 parmağı değdiriliyor. Diğer iki nokta soğuk olduğu halde kişi, 3 parmağı da yanmış gibi tepki gösteriyor. Hatta hiç yanmamış parmakları, yanmış parmakla birlikte su bile toplayabiliyor.

13'üncü yüzyılda, Alman İmparatoru II.Frederick hiç sözcük duymayan bebeklerin nasıl konuşacaklarını merak eder. Bu deney için, barbarca ailelerden bir çok bebek toplatır, onları asla dokunulmaması ve konuşulmaması emriyle beslemesi için  bakıcılara verir. Kısa bir süre sonra bebeklerin hepsi konuşamadan ölür.
Deney berbat bir şekilde sonuçlansa da, dokunmanın ne kadar hayati bir öneme sahip olduğu ortaya çıkmıştır.

Dokunduğumuz şeylere, daha fazla bağlanırız, bu nedenle bir mağazadan alışveriş yaparken, iyi satışçılar ürüne mutlaka dokunmamızı sağlarlar.

Yeni tanıdığınız birini etkilemek mi istiyorsunuz parmak uçlarınızla karşınızdakinin sırtına, koluna dokunarak ona yol gösterin, küçücük bir dokunuş bile olağanüstü etki yaratabilir. Bir barda yapılan deneyde; sohbet teklifi yapılan bayanların yarısına hiç dokunulmamış, diğer yarısına bir saniyelik küçük bir dokunuşta bulunulmuş. Dokunulmayan bayanların%10'u teklifi kabul ederken, dokunulanların%20'si teklifi kabul etmiş.
Bazı restoranlarda garsonlara  müşterilerin koluna hafifçe dokunma eğitimi verilir; çünkü dokunulan müşteriler daha fazla bahşiş bırakır ve dokunulan müşterilerin %60'ı garsonun önerdiği yemeği yer, dokunulmayanlarınsa %40'ı.

21 Ekim 2013 Pazartesi

BEYİN KULLANMA KILAVUZU 78; HAFIZA


Bilinçaltıyla; gerçekliği sürekli değiştiren beyin, hafızaya aldığı şeylerde de bunu yapar. İşine ne gelirse hatırlama sürecini buna göre ayarlar, egoyu besleyecek şeyleri kalıcı hafızada tutar. Yaşamsal bilgileri içeren şiddet ve seks en kolay hatırlanan eylemlerdir, hele seksin şiddet içereni unutulmazlar arasında bir baş yapıttır.
Gördüğümüz şeyleri hatırlama şeklimizin kaynağı; depolanmış duyusal ve psikolojik deneyimlerle, bu deneyimlerin kökenindeki beklenti ve inançlardır.

Çözümlenmemiş, olumsuz duygu yüklü anıları bastırır. Amacı kişiyi korumaktır. Yine de baskılanmış bu anılar ile ilgili semptomlar yaratmaktan da geri kalmaz. Örneğin kişinin yaşadığı taciz olayını bastırır ama kişinin kirlenmişlik hissini temizlik takıntısı ile dışa vurur. Bunu klasik bir obsesif-kompülsif (Takıntı)durum olarak görürseniz tedavi şansınız kalmaz. Bu davranışı baskılasanız bile ya bir süre sonra yeniden ortaya çıkar ya da şekil değiştirir.
İnsan beyni tıpkı bir bilgisayar gibi çalışır, beynin işleyişini  bilmek, kapasitemizin sınırlarını genişletecektir.

Öğrendiklerimizin;
%1'i tatma
%2'si dokunma
%4'ü koklama
%10'u duyma
%83'ü görme duyumuzla elde edilir.

Akılda kalan öğrenmelerin;
%10'u okuma
%20'si duyma
%30'u görme
%50'si duyma ve görme
%70'i söyleme
%90'ı yapma sonucu kalıcı hafızaya yerleşir.

Kısa süreli hafızada pekiştirme yoktur. Uyarıları aldıktan saniye ve dakikalar sonra, bunlar ihtiyacımıza ve bizim için  önemlerine  göre bilgi şeklinde geri çağrılır; kişiye göre önemsiz ise unutulur.

Orta ve uzun süreli hafıza ve hatırlamada, beyne gelen uyarılar alt bölgelerde yapılan işlemlerden sonra kaydedilir. Uyarılar acil ve anlamlı olmalarına, hissi önem derecelerine göre, orta ve uzun süreli hafızaya kaydolur. Acı, sevinç, haz ve korku gibi önemli durumlar kalıcılığı kuvvetlendirir. Meselâ bir kalp krizinde çekilen sıkıntılar, geçirilen kazalar, sevilen bir insanla geçirilen güzel zamanlar hatırlanır. Kısa süreli hafızanın uzun süreliye dönüştürülmesi için pekiştirme şarttır.

 İnsan beyni "Kullan veya kaybet." kuralı ile çalışır. İnsan beyninde kalıcı hafızaya yazılan hiçbir bilgi silinmez. Çünkü bunlar protein şifreleri olarak yazılır, yani maddeleşir. 


Hafızamız’’Sen bir salaksın.’’  diyen anıları zamanla çöpe atmakla kalmaz, attığı şeylerin yerine, düzeltilmiş anıları koyar. Yapılan yüzlerce deneyde; belli aralıklarla  aynı öğrencilere geçmiş  sınıflarındaki not ortalamaları sorulmuş, geçmiş notlarının kontrol edileceği söylendiği halde, katılımcılar ortalamalarını gerçekte olduğundan yüksek hatırlamış, hem de her seferinde. Para ödülü bile koymuşlar ortalamasını doğru hatırlayabileceklere, katılımcılar ödüle  rağmen ortalamalarını daha yüksek hatırlamış. Bu nedenle hepimizin ebeveynleri çalışkandı, disiplinliydi ve ergenliği hiç yaşamadılar.:) Kötü  geçen anılarımızın acıları zamanla bu nedenle azalır, hatta anılarımızın bir kısmını gülümseyerek   hatırlarız (Annemizin bizi terlikle kovaladığı anılar gibi, gel de o zaman ne hissettiğini hatırla, yine gülümsüyor muydun?:))bir açıdan bakıldığında bilinçaltı bizim daha mutlu olmamızı sağlıyor,  başka bir bakış açısıyla ise  hatalardan ders almamıza engel oluyor...

BEYİN KULLANMA KILAVUZU 77; KENDİNE HAYRAN BEYİN

‘’Ego katlanamadığı fikirleri reddeder.’’ Freud. 
Hepimiz diğer insanlara göre daha çalışkan, daha doğru, daha iyi insanlar olduğumuza inanırız. En geri  kalmış özelliklerimiz konusunda bile, bize göre  ortalamanın üzerindeyizdir. Bize sorulan soruları; bizim en çok işimize yarayacak şekle getirdikten sonra cevaplarız. Başarılarımız; üstün niteliklerimiz yüzünden, başarısızlıklarımızsa şansızlık veya başkaları  yüzündendir.

Başkalarının beyninin, kendinisini, bizim kendimizi  kayırdığımızdan daha  çok kayırdığını düşünürüz.
Karşınızdakini etkilemek istiyorsanız, önce kendi egonuzu terkedin, karşınızdakinin egosuna girin. Yani kendi ilgi alanlarınızla değil karşınızdakinin ilgi alanıyla ilgilenin. Hiç doymak bilmeyen bir tavuğa benzeyen egolarını besleyin.
Geçenlerde; 80 yaşındaki komşumla asansörde aşağı iniyorduk. Yürümeye giderken karşılaştığımızdan olsa gerek bana ne kadar yürüdüğümü sordu. Bu konuyla ilgilenmesine şaşırarak 5km dedim, o da bana koruda 4km yürüdüğünü söyledi. Kendi başarısını söyleyebilmek için benimle ilgilenmişti. Bunu yapan ve buna ihtiyaç duyan bir çoğunluk göreceksiniz çevrenize baktığınızda.


Bilinçaltı kendinde olmayan özellikleri bile kendine yakıştırıp gerçeği süslerken, kendi güzel özelliklerinin üstünü örtecek fikirlere asla sıcak bakmaz. 
Falcının söyledikleri güzel şeyler nedeniyle, onun her şeyi bildiğine inanmayı seçeriz. 
Birisi size IQ'sunun 170 olduğundan bahsediyor ve IQ testlerine inanmadığını söylüyorsa; muhtemelen yalan söylüyordur.

8 Ekim 2013 Salı

BEYİN KULLANMA KILAVUZU 76; GEREKÇE GÖSTERMEK

Bilinçaltının en ilginç özelliklerinden biri gerekçelere bakış açısıdır.
Bir mağazada yapılan deneyde,  elbise almak için kasada kuyrukta bekleyen insanlara, yeni gelen  kişi sorar''Pardon, öne geçebilir miyim?'' . Kuyruktakilerin  %40'ı  ''Hayır''der.
''Pardon, öne geçebilir miyim? Çünkü uçağa yetişmem lazım.'' diyerek gerekçe yaratıldığındaysa, itiraz edenlerin oranı %6'ya düşüyor.
Asıl ilginç olan; yeterki gerekçe bulun, gerekçenin önemli veye önemsiz olması hiç bir şey farkettirmiyor. Yani ''Pardon, öne geçebilir miyim? Çünkü öne geçmem gerekiyor.'' diye saçma bir gerekçede bile, itiraz oranı yine %6:) Saçmalığına bakmadan, mutlaka gerekçe üretin, çünkü beyin, gerekçenin  içeriğine pek de dikkatli bakmıyor.:)

Yeterince güçlü gerekçelerimiz varsa nasıllar kolay geliyor. Yapamam dediğimiz şeyleri farklı bir gerekçe için yapabiliyoruz. ABD^de ikiz kuleler yıkılmadan önce yapılan bir deneyde insanlara sorulmuş''İki kulenin arasına dev bir kalas köprü koyacağız, 1 milyon dolar için yürür müsünüz?'' diye katılımcıların hepsi hayır demiş.(Tepede, o yükseklikte rüzgarı da düşünsenize) Gerekçeyi değiştirerek ''diğer kulede çocuğunuz düşmek üzereyse kalastan geçer misiniz?'' dendiğinde katılımcıların hepsi evet demiş...

Mesela benim kitap yazamamakla  ilgili hep bir gerekçem oldu. Kitap yazabilmek için daha çok zamanım olsa dedim, oldu, daha çok param olduğunda rahat yazarım dedim, oldu, bir kütüphane dolusu kitap okuduğum halde daha da okumam lazım, dedim. Yazdım ilk sayfayı belki 100 kez yazdım  ama yeterince iyi olmadığı gerekçesiyle hepsi gitti çöpe. Şuan okuduğunuz kitap  büyük oğlum Ömer'in söylediği bir cümle sayesinde bitirilebildi. ''Daha iyi, iyinin düşmanıdır.'' sizi bilmem benim için acayip etkiliydi.
BEYİN KULLANMA KILAVUZU 75;  BEKLENTİ, KENDİNİ GERÇEKLEŞTİREN KEHANET


Bir olayın gerçekleşmesinin; kişinin inancına, tahminine, kısaca beklentisine bağlı olduğu anlamına gelir.  Bizim başkalarından beklentilerimizinin başkalarını etkilediği kadar, başkalarının bizden beklentileri de bizi etkiler.

Yapılan bir deneyde her öğrenciye 5 fare ve T biçiminde labirent verilmiştir. T'nin bir tarafı gri, diğer tarafı beyaz boyanmıştır. Öğrenciler her türlü ödül ve yöntemi kullanarak farelere gri tarafa koşmayı öğretecekler, sonuçlarıda kaydedeceklerdi. İlginç olan nokta aslında deneyde incelenecek olanlar fareler değil öğrencilerdi. Öğrencilere genetik çalışmalar sonucu labirent dahisi fareler ürettiklerini söylemişlerdi. Verilen farelerin yarısı dahi öteki öğrencilere verilen diğer yarıysa normal fare olduğu öğrencilerle paylaşılmıştı. Aslında böyle bir şey yokken, tüm fareler aynıyken öğrencilerin dahi diye düşündüğü fareler çok daha başarılı oldular. İki gruba da ne yaptıkları sorulduğunda, farelerinin dahi olduğunu düşünen grubun farelerle daha çok iletişim kurduğu, onlara daha çok dokunduğu görülmüş.
İkinci bir deneyde ön koşul olarak farelere birebir aynı davranmaları istendiği halde bilinçdışı işaretlerle dahi zannedilen fareler daha başarılı olmuştur.

Gücümüz sınırsız değil; bu doğru ama gücümüzün sınırlarını çok daha fazla genişletebileceğimizi düşünüyorum. Sınırlarınızı gerçekten bildiğiniz kaç duruma sahisiniz? En fazla kaç lahmacun yiyebilirsiniz, en fazla kaç km yürüdünüz? Daha önce sınırlarımızı zorladığımız şeylerle ilgili gerçek cevaplarımız olur. Başarısızlık bir lanet değil, önemli bir seçimdir.

Bir okulda öğrencilere IQ testi yapılmış ve sonuçlar öğrencilere değil hocalarına verilmiştir. Tek bir farkla üstün zekalı diye söylenen çocuklar normal zekaya sahipti. 8 ay sonra hepsi yaklaşık aynı zeka seviyesindeki çocukların, hocalar tarafından dahi zannedilenlerin IQ'su diğerlerine göre çok daha büyük bir artış göstermişti. Bu süreçte dahi zannedilen öğrencilerin %80'i nin IQ'su yükselmişti. Kendimiz ve başkalarıyla ilgili beklentilerimiz sonucu çok fazla etkiliyor. Sigorta satışı yapan organizasyonumuzda kendimle gurur duyduğum en önemli özelliğim; bazen normal bir satışçıya sen bu ayın rekor üretimini yapacaksın dediğimde, bunu söylediklerimin neredeyse tamamına yakını bunu gerçekleştirmişti. Bende hep kavun yerine, koklamadan  insandan anladığımı düşündüm, durdum. Sonradan(Çok sonradan:)) anladımki; o insanları, onlarla ilgili olumlu beklentim motive ediyordu, onlarla, sorunlarıyla ay boyunca normalden çok daha fazla ilgileniyordum.

Çocuklarımızla, çalışanlarımızla en önemlisi kendimizle olan beklentimizi iyi yönetelim, çünkü yönettiğimiz sadece beklentimiz değil, kendini gerçekleştirecek kehanetlerimiz...


MİNİK KÖPEK

Adamın biri Afrika´da safariye çıkarken, yanına minik köpeğini de almış.
Minik köpek bir gün ormanda dolaşıp, kelebekleri kovalar, çiçekleri koklarken kaybolduğunu fark etmiş.
Ne yapacağını düşünürken bir de bakmış ki karşıdan bir leopar geliyor ve belli ki günlük yiyeceğini arıyor.
- Şimdi başım dertte, diye düşünmüş köpekçik . . .
Etrafına bakmış yerde kemik parçalarını görmüş.
Hemen arkasını leoparın geldiği yere dönerek kemikleri kemirmeye başlamış, bu arada da arkadaki hareketi kestirmeye çalışıyormuş.
Leopar tam saldıracakken minik köpek kendi kendine konuşmuş:
- Ne kadar lezzetli bir leoparmış. Acaba etrafta bundan bir tane daha var mı?
Bunu duyan leopar bir anda donmuş kalmış ve en yakındaki ağaca tırmanarak dalların arasına saklanmış:
- Tam zamanında kurtardım yoksa bu köpeğe yem olacaktım, diye düşünmüş leopar...
Bütün bunlar olup biterken bir başka ağacın üstündeki bir maymun olanları izliyormuş, bildiklerini kullanarak bundan sonra kendisini leopardan kurtaracağını düşünmüş.
Leoparın yanına giderek neler olduğunu anlatmış.
Leopar köpeğin yaptıklarına çok sinirlenmiş ve maymuna, "atla sırtıma, gidip şunu yakalayalım" demiş.
Az önceki yerde bekleyen minik köpek, bakmış kızgın leopar sırtında maymunla birlikte süratle kendisine yaklaştığını fark etmiş.
Ne yapacağını düşünürken, kaçmaya da kalkmamış.
Bunun yerine arkasını leoparın geldiği yöne dönerek kemikleri kemirmeye devam etmiş.
Tam leopar saldıracakken, yine kendi kendine konuşarak leopara duyurmuş:
"Şu aptal maymun da nerede kaldı? Yarım saat önce bir leopar daha getirsin diye gönderdim, hala haber yok ! "  
Diplomasi işte böyle bir şey. Yapabiliyorsanız; hızlı düşünün, sakin olun, güçlü görünün ve düşmanınızı kendi silahı ile yenmeye çalışın.

Alıntı


7 Ekim 2013 Pazartesi

KARTALLAR

Kartallara, bir fenerli olduğum halde hayranım. 30-40 yaşlarına  gelen kartalların önüne bir yol ayrımı çıkar. Çünkü bu yaşa gelince pençeleri, gagaları  sertleşerek taşlaşır. Sertlikten neredeyse  kullanılamaz, hareket  edemez hale gelir, bu durumla karşılaşan kartalların bir kısmı ölür, büyük bir kısmı yeniden doğum diyebileceğimiz 6 aylık zorlu bir süreci seçer; bu   süreci seçen kartallar, pençelerini yolar, gagalarını  taşlara vurarak  parçalar, kartlaşan tüylerini söker,  canı çok yanar, ama yeniden doğum için bunca acı şarttır. Bir süre sonra koparılan bu uzuvların yerine  yenileri çıkar. Kartallar bu mücadeleyle;  otuz kırk yıllık bir yaşama süresi daha kazanmışlardır. 
Biz  insanların da 40-50 yaşlarında, kartallar gibi  fiziksel ve ruhsal  bir değişimi geçirmeleri mümkün diye düşünüyorum; hem de bu süreçten daha sağlıklı ve daha da bilge olarak çıkarak...

4 Ekim 2013 Cuma

BEYİN KULLANMA KILAVUZU 74; ŞIMARIK ÇOCUK

Bilinçaltı; 4-5 yaşına kadar duvarlarını ve bu duvarlardan nelerin geçebileceğini oluşturur. Bu nedenle bu yaşlara kadar çocuğun güvenli ve sevildiği bir ortamda büyümesi  tüm geleceğini etkileyecek kadar önemlidir. Bilinçaltı bu yaşa kadar ördüğü duvarlarla, anlama kapasitesini de ölene kadar 5 yaşında tutar.

Son derece ahlaklıdır. Size öğretilen ve içinde yetiştirildiğiniz ahlaksal yapıya sıkı sıkıya bağlıdır. Tersi davranışlarda yaşanan suçluluk duygusu bazen bir ömür boyu sürer. Bu kez de bilinçaltı kişiyi cezalandıracak bir hastalık veya bir mahrumiyet yaratabilir

’’Çakralarımı açarak,  esneyen vücuduma, sonsuz enerjinin ve kadim bilgeliğin akmasına izin veriyorum’’ cümlesinden 5 yaşında bir çocuk neyi anlıyorsa bilinçaltı da onu anlar.J 5 yaşınızı unuttuysanız, bilinçaltınıza da doğru ve anlaşılır mesajlar vermek istiyorsanız eğer,  bu yaşlarda ki çocuklarla sohbet etmenizde fayda var. Net, sade, anlaşılır, kısa cümleler kurun. Kurduğunuz cümlelerde kelime sayısı arttıkça ve anlamak zorlaştıkça, bilinçaltı; bu cümleden  en önem verdiği bir veya birkaç kelimeyi seçebilir.’’ Sigaranın  sağlığımı tehdit etmesine izin vermiyorum ve sigarayı bırakarak sağlık ve sevgi yolunu seçiyorum.’’ Cümlesinden, kaydetmek için; sigara, sevmek ve seçmek  kelimelerini alabilirJ Sonra; niye sigarayı bırakamıyorsun, anla anlayabilirsen?


5 yaşında olmasından olsa gerek, tıpkı bir çocuk gibi isteklerinin hemen olmasını ister ve bunun için fena halde ısrar eder. ‘’Bana ne, bana ne istiyorum işte uvaaaa.’’diyen çocukluk hallerimiz bilinçaltının bu özelliğiyle cuk diye örtüşür. Nasıl olacağı, ahlaka uygun olup olmadığıyla pekte ilgilenmez. Başımızı derde sokan, bitmesi gereken şeyleri bitirtmeyen, başlamaması gerekenleri ise başlatan şey bilinçaltının bu özelliğidir.
BEYİN KULLANMA KILAVUZU 73; MR.HYDE

Bilinçaltı bol bol genelleme yapar; bu sebepten burnunu karıştıran bir insandan kötülük gördüysek, tüm burnunu karıştıranlara, kötülük yapacak diye bakar. Bundan dolayı bazen  herkesin sevdiği insanlardan, sebebini bilmeden hoşlanmayız. 
Hatırlamada sembolleri kullandığından resimle hatırlar, sözcüklerle değil. Hafıza uzmanları bu nedenle en çok resimle hatırlama tekniğini kullanır. Resimlerin de hayatta kalmayla ilgili olanlarını hiç unutulmaz şiddet, cinsellik gibi. Ağacın üstündeki sincabı unutabilirsiniz, poposuna ağaç girmiş bir sincabı asla.

Değişim bilinmeyendir, kısmi öngörülen, bazen öngörülemeyendir, bu nedenle bilinçaltı beynin değişime direnen tarafıdır, çevresine sürekli anlam yüklemeye çalışır. Bilinçaltı tersten söyleneni anladığından,bilincimizle  anlamlandıramadığımız bir ses yığını bizi etkileyebilir. ’’ Niçi alok niçi kamlo ultum ev kamaltahar zınıdasus, rıdakirah alok.’’  Düz haliJ‘’Kola harikadır, susadınız rahatlamak ve mutlu olmak için kola için.’’

Bilinçaltı espiriden anlamaz, bu nedenle arkadaşınıza çok gülecek olsada bilinçaltının hoşlanmayacağı ve unutmayacağı şakalar yapmayınJ

3 Ekim 2013 Perşembe

BEYİN KULLANMA KILAVUZU 72; SEZGİ Mİ?


Yakın geçmiş de yapılan bir deneyde, katılımcıların gösterilen kadın yüzü fotoğraflarını, çekicilik bakımından sıralamaları istenmiştir. 
Fotoğraflarda ki fark kadınların %50'sinin gözbebeğinin diğerlerine göre büyük olmasıydı. Katılımcıların büyük bir çoğunluğu gözbebeği büyük olanları seçmiştir. Neden seçtiklerini bilmeden. Seçtiler; çünkü gözbebeğinin büyümesinin cinselliğe hazır mesajı verdiğini bir şekilde kendileri bilmese de, fark ettiler.

Dünyanın en iyi tavuk seksörleri ( Hayvanlarda cinsiyet tayini yapan kişi. ) japonlardır. Yumurta üretecek dişilerle erkekleri hızla ayırarak, erkeklerin genelini imha edip, dişileri büyütüyorlar. Bunu her civcivi ellerine alıp arkalarındaki açıklığa bakarak bir günlük civcivin bile cinsiyetini biliyorlar. Nasıl bildiklerini bilmeyen seçiciler, bilmeden dünyanın her yanından gelen öğrencilere doğru cins seçmeyi öğretiyorlar. Bunu sadece öğrencilerin cevaplarına doğru yanlış, diyerek öğretiyorlar.

2. Dünya Savaşında bomba tehtidi ile yaşayan ingilizler için; gelen uçağın alman mı, kendi uçakları mı olduğunu anlamak hayati bir konu olmuştur. Bunu çok az sayıda insan ayırt edebiliyordu. Ve nasıl yaptıklarını bilmiyorlardı. Onların yanına yeni öğrenciler verildiğinde yine öğrencilerin tercihlerine evet, hayır diyerek onları mükemmel şekilde yetiştirdiler, sadece biliyorlardı o kadar.




2 Ekim 2013 Çarşamba

BEYİN KULLANMA KILAVUZU 71; HAYATIN ANLAMI


U tünelinden geçmeyenimiz var mı veya geçmeyecek olan?
U tünelinde ilerlerken başlangıçta arkada ışık vardır ilerleyebiliriz. Tünelin sonuna doğru da ışığı görebiliriz, bu hareket etmemiz için başlangıca göre daha da motive edicidir. Peki tünelin ortasında ne hissederiz? Ne arkadan ne de önden ışık gelirken,  zifiri karanlığın içinde...İlişkilerimizle, aile hayatımızla, işimizle ilgili ben de bu tünellerden geçmek zorunda kaldım. İşte tam ışıksızken kaybolmuşluğu, bir daha asla ışığa kavuşamayacağımızı düşünürüz. Karanlıkta ışık gibi hayatın bir gerçeği gündüz ve gece gibi hayatımıza giriyor ve çıkıyor.

Biz yaşadıklarımıza anlam katarak o anın karanlık veya aydınlık olduğuna karar veriyoruz. Yaşadığımız bir olaya yüklediğimiz anlam; odağımız, sözel tanımlamalarımız, ve duruşumuza göre değişiyor. Şaka gibi değil mi? Mesela odağımız başarıya dönük mü, yoksa endişeye mi? Olay sırasında kullandığımız kelimeler mahvoldum gibi katlanılması zor veya kırıldım gibi katlanması kolay kelimeler mi?
Başımız omzumuz dik ve doğru nefes alırkenki bakış açımızla, başımız önde ve omuzlarımız düşükken ki bakış açımız tamamen farklıdır.
Bu yazılanları bilmek ne anlamamı gelir? Anlamı değiştirecek gücün elimizde olduğu anlamına gelir. Mutluluk veya mutsuzluğun bir seçim, hem de bizim seçimimiz olduğu anlamına gelir. Beyin hayali ve geçeği ayırt edemez. Çıplak bir kadının hayali bir erkeği sanki canlıymışcasına uyarır, ekşi limon hayali de varmışcasına ağzımızı sulandırır.
Bence asıl büyü, ilerideki yıllarda keşfedilecek en büyük buluş; hayallerimize hükmedebildiğimizde ve anlamları değiştirebildiğimizde hemen her şeyi yapabileceğimizdir. Yok olmasını istediğiniz bir şey için bir parmak şıklatması yeter, hatta şıklatmaya bile gerek yok. Hayaller gerçekleşecek olayların tohumlarıdır onlar olmazsa meyvelerde olmaz. O zaman hepimiz çiftçilik konusunda uzmanlaşmalıyız.
Çünkü beyinde tıpkı toprak gibi ne ekersen ona göre mahsül verir. Domates ekersen toprağında az veya çok domates vermesi , patates ekersen patates vermesi gibi. Beyinde toprak gibiyse olumsuz düşünceler olumsuz sonuçları, olumlu düşüncelerse az veya çok olumlu düşünceleri doğurur.

Hepimiz aynı anda olan, ama olayları sıraya koymak için uydurduğumuz, zaman denilen kavramın kölesi olmuş durumdayız. Güney Afrikada bir kabile reisinin elmas madenini işletmek için ingilizler kabile reisine iki günlük yürüme yolunu bir saate indirecek asfalt yol ve rolls royce teklif etmişler.
Teklifleri reddedilince, ingilizler şok olarak, reise reddetme nedenini sormuşlar.
Kabile reisi kalan 2 gün, ne yapacağını bulamadığından,  teklifi reddettiğini söylemiş.

Sizi bir tüketici böcek olarak gören bu yeni dünya düzeninde fikren güçlenmek ve silahlanmak bir zorunluluk. Koçlardan, psikologlardan destek alanlarla hala dalga geçen bir gurup var ‘’Siz kendi yolunuzu bulamıyor musunuz?’’diyen ve tüm bunların para tuzağı olduğunu söyleyen. Her meslekte işini iyi ve kötü yapanlar olduğu gibi bu mesleklerde de var. Ama işini iyi yapanların varlığı da, nice şampiyonlar yarattıklarından yadsınamaz.



1 Ekim 2013 Salı

BEYİN KULLANMA KILAVUZU 70; SEVGİ

Bilinçaltı neyi severse sevsin, bu sevginin doğruluğunu destekleyecek yüzlerce fikir bulmak için çalışır.
Hangi kuramı destekliyorsak, hep o yönde doğrulamalar ararız. Özellikle tıp alanında hemen her görüşün aksini savunanlar da vardır. Kalple ilgili ''hemen ameliyat'' diyenler olduğu gibi, ''ameliyat yapılacak en son şeydir'' diyenler de var. Ben; en azından  bu ekollerden birinin,  insanları kandırdığını düşünürdüm. Ama zamanla gördüm ki, bu doktorlar hangi ekoldenseler  annelerine bile o ekolün savunduğu tedavi şeklini uyguluyorlar. Her yeniliği de bu ekolün süzgeçinden geçirdikten sonra kabul edebiliyorlar. Hani doğru bir taneydi,  hele bilimde?...

Sevilme isteği bize sürekli hata yaptırır, hele bu kişiyi biz de seviyorsak. Sempati duygumuzu; kişinin fiziksel çekiciliği, benzeliklerimiz ve  o kişinin bizi sempatik bulması oluşturur. Bize en çok benzer olanlar,  ilk insandan beri grubumuzun üyeleridir ve tehlikesizdirler.
Bizler, kendimizi sevmeyi öğrenmeden önce başkalarını sevemeyiz.
Beklentiler, ilişkileri sonlandıran şeylerdir.
İlişkiyi sonlandıran şeylerden bir tanesi daha, karşımızdakine ‘ihtiyacımız’ olmasıdır. Bir başkasına ihtiyaç duyuyor olmamız, kendi bütünlüğümüzün bir kısmının eksik olduğu anlamına gelir. Bu ihtiyaç aynı zamanda takıntıya dönüşerek ilişkinin dengesinin bozulmasına yol açar. Bir şeye veya kişiye ‘ihtiyacımız’ olması, bizi kısıtlayan bir durumdur.
İlişkiyi paylaştığımız kişiden, bizim kendi içimizdeki bir boşluğu doldurmasını bekleyemeyiz. Ancak karşımızdaki kişiye mümkün olduğu kadar tam halimizi sunabiliriz.
Aşık olmanın sizi tatmin edeceğini ve yalnızlığınızı sona erdireceğini zannetmeyin. Çok daha kolay mutlu olabilirsiniz Mutluluk bir durumdur, tatminse bir duygudur.
Mümkün olduğunca çok, mutluluğu, dengeyi ve bütünlüğü kendi içinizde arayın.
Hiç bir ilişkinizin sizin kendi kimliğinizi veya varlığınızı kaybetmenize veya değiştirmenize sebep olmasına izin vermeyin. Aksine, ilişkilerin amacı bize gerçekten kim olduğumuzu hatırlatmak ve bize güç vermektir.
BEYİN KULLANMA KILAVUZU 69; GRUP DAVRANIŞI

Takımlar tembeldir, bununla ilgili bilimsel çalışma 1913'de Maximillian Ringelmann tarafından yapılmıştır. Bir faytonu çeken iki atın performansı tek başına çeken atın performansının iki katı değildir.

Ringelmann insanlara  yaptırdığı halat çekme yarışlarında, her bir katılımcının güçlerini ölçtü. Halat çeken kişi sayısı arttıkça insanların bireysel olarak kullandığı güç azalıyordu, öyleki 8 kişilik ekipte, bireysel harcanan güç %100'den %49'a kadar düşüyordu. Takım çalışmalarında sarfettiğimiz katkının görülme ihtimali azalır diyerek tembelleşiyoruz. Performansı 0'a indirmiyoruz gruptan dışlanmamak için, anlaşılamayacak kadar tembelleşiyoruz.:) Bir taraftan da takım çalışması verimli  diye yırtınıp dursun şirketler...:)

Takım çalışmalarında kendimizi daha az sorumlu hissederiz. Takımlarda; tek başına olduğumuza göre çok daha fazla risk alırız, nasılsa her şey kötü de gitse, sorumluluk paylaşılacaktır.Her davranışımızın altında bireysel bir ihtiyaç yatar.  Bireysel başarıların ön plana çıkarılmadığı tüm takım çalışmaları başarıya ulaşma yolunda külliyen yalandır:)

30 Eylül 2013 Pazartesi

BEYİN KULLANMA KILAVUZU 5; KARŞILIK İLKESİ


Bir arkadaşınız facebook'da ki paylaşımınızı beğenirse siz de onun paylaşımlarını beğenmeye daha istekli olursunuz.
Çocuğunuzla ilgilenen kişiye daha hoş yaklaşırsınız. Biri sizi evine çağırırsa, bazen hoşlanmasanız bile siz de onu evinize çağırırsınız.

İlk çağlardan beri atalarımız buzdolabı olmadığı için, avladığı hayvanların fazlasını  gurup üyeleriyle paylaşırdı. Bu sayede, ileride başka bir gurup üyesi avlandığında, onun avından karşılık olarak yiyebilecekti. Bir bakıma aç kalmamanın, neslini sürdürebilmenin bir yoluydu, karşılık ilkesi.

Bu ilke sadece olumlu katkılar sağlamaz; intikam alma duygumuz da karşılık verme ilkesinin bir başka yansımasıdır.
Bir daha ki sefere size yapılan ikram ve övgülere daha dikkatli yaklaşın, vereceğiniz karşılık bir yemekten çok daha fazlası olabilir.
BEYİN KULLANMA KILAVUZU 4; KARAR VERME

Hz. Musa'nın gemisinde, her cinsten kaç hayvan vardı? Önce cevap verin, doğru cevabı yazının içinde bulacaksınız.

Bir sinemada yapılan deneyde;  küçük mısır 3TL, büyük mısır 7TL'ye satılıyor, çok büyük bir çoğunluk küçük mısırlardan alıyor. Onlara neden küçük mısır aldıkları sorulduğunda ''7TL mısır için çok fazla.''diye cevap veriyorlar.
Deneyde satılan mısırlara birde orta büyüklükte mısır ekleniyor onun fiyatı da 6.5TL. Yani küçük mısır 3TL, orta mısır 6.5TL, büyük mısır 7TL. Büyük çoğunluk büyük mısır alıyor. Büyük mısırı neden seçtikleri sorulduğunda ''0.5TL'ye çok daha fazla mısır alabildik.''diyorlar.Buna tuzak etkisi denir;  kararı manuple etmek için başka örnekler devreye sokarız. Beynin karar alma şekli size de tuhaf gelmiyor mu?

Beyin karar almak için kıyas yapmaya ihtiyaç duyar. Bunu bilen reklamcılar beynimizi kolaylıkla manuple ederler.
Başka bir deneyde birebir aynı kotları katılımcılara kıyaslayın deniyor. Beyne kıyas yapması söylendiği için katılımcılar birebir benzerliği görmüyor kotlar arası kaliteden,  parlaklıklarına kadar bir sürü farklılıktan bahsediyorlar. Hiçbiri kotların aynı olduğunu farkedemiyor. Kıyas yapması isteneceğine benzerlikleri yakalamasını beyne söyleseydik, kotların aynı olduğunu hemen anlardı.

Başlangıç başarıları ve şansı bizi hep böyle gideceğine inandırır. Başardıkça daha fazla risk alırız, korkusuzlaşırız. Bu bizi hata yapmaya açık hale getirir.

Seçenek sayısını arttırdıkça beyin tercihte zorlanır. Seçeneklerin az olması seçimi kolaylaştırır. Köyde evlilik kararı, seçenek azlığından, şehirdekine göre çok daha kolaydır.

Sahip olduğumuz şey bize daha değerli görünür. Evimizi satarken bu nedenle piyasadan fazla değer biçer ve biçtiğimiz bu rakamı makul buluruz.

Sempati duyduğumuz kişiden veya firmadan çok daha kolay etkileniriz.
Karar verme sürecine yapacağınız bir ek, kararınızı etkiler. Yani kırmızı, ''siyah, beyaz renklerinden birini tutun.'' dersem çoğunluk kırmızıyı tutar, eğer ''bahse girelim ne tuttuğunu bilirsem koyduğun parayı alırım bilemezsen koyduğun kadar kazanırsın.'' dersem, çoğunluk kırmızıdan vazgeçecektir.(İlk akla geleni tahmin ettiğimi düşündüğü için tercihini değiştirecektir.)

Kararlarımızın çoğunu gurup kararına uydurmaya çalışırız.

Ender olan şeyler kararlarımızı kendine doğru çeker, fiyat fayda dengesini bir anda yitiririz.

Çıpa kullanmadan yani bir baz ölçümüz olmadan karar veremeyiz. Bu nedenle neredeyse  tüm mağazalarda 250TL fiyat etiketi  olan ayakkabı bu fiyat silinerek 150TL'ye satılır. Çıpa; bizim için 250TL olmuştur, demek ki 150TL ucuzdur.:)

Diğer insanların kararlarımızı ne derece de etkilediğiyle ilgili; Asch deneyi yapılmıştır.  Bu deneyde katılımcılara iki kart verilmiş, kartların birinde; biri kısa, biri orta diğeri de uzun olan 3 çizgi vardır. Diğer kartta ise tek çizgi bulunmaktadır. Katılımcılara bu karttaki çizginin diğer karttaki çizgilerden hangisine benzediği sorulmuştur. Katılımcıların biri dışında hepsi Asch’in asistanlarıydı. Katılımcılar aynı odadaydı ve birbirlerinin cevaplarını duyuyorlardı. Kart çiftleri gösterilerek hepsinden cevap istendi. Gerçek deneğe sıra en son geliyordu. İlk denemelerde katılımcıların hepsi doğru cevaplar verdiler. Daha sonra gerçek denek dışındakiler hep beraber yanlış cevap vermeye başladılar. Cevap sırası geldiğinde gerçek deneklerin %32’si , yanlışta olsa grubun cevabına katılmıştır.

Beynimiz gerçeğin peşinde bir hakim değil, müşterisini haklı olduğunu ispatlamaya çalışan avukat gibi çalışır. Tembellik yapmak istediğimizde haklıyızdır; çünkü çok çalışıp bunu haketmişizdir. Az yememiz gerekirken lüplettiğimiz kurabiyeler, ekstra spor yapılarak zaten verilebilir veya dün canımız  ikinci tabak yemeği istediğinde yemediğimizden, şimdi kurabiyeleri yeme hakkımız vardırJ. Beyin karar verirken ne işine geliyorsa ona göre delilleri toplar. Ne yazık ki işine gelen genelde mantıklı, anlamlı şeyler olmaz. Sorunun şekli değiştiğinde vereceğimiz cevapta değişir,  aslında satışçılar ve muzakereciler bundan fazlasıyla istifade ederler.

Mutlu musun? Sorusu; mutlu anılarımızı aklımıza getirmemize neden olur, çünkü kendimize mutlu anılarımızı sorar ve onları hatırlarız.

Mutsuz musun? Sorusuysa mutsuz anılarımızın canlanmasına neden olacağından vereceğimiz cevap hatırladıklarımızdan etkilenecektir. Doğru soruyu soran istediği cevabı alır. Siyasette halka sorulan soruları benim hazırlamama izin versinler ben de sonucu istedikleri gibi vereyim.

Spor yaptıktan sonra veya tehlikeli bir ortamda; karşı cinsle ilgili karar verirken dikkat edin, nabzınızın yüksekliğini ve fazladan  salgılanan hormonları beynimiz karşı cinse duyduğumuz ilgi nedeniyle olduğunu farzedecektir.J Tam tersi etkilemek istiyorsanızda heyecan ve hareket işinize gelecektir...


Anlayacağınız; seçtiğimiz şeyleri, neden seçtiğimizin pekte  farkında değiliz.:)

''Hz. Musa'nın gemisinde her cinsten kaç hayvan vardı?''
Sorumuzun cevabı; hiç, çünkü gemisi olan peygamber Hz. Nuh'du:)