2 Mayıs 2018 Çarşamba


Aslında Duvar Yok! Abrakadabra 


Kelimelerin doğa üstü güçleri vardır. Kelimelerin yardımıyla hiçliği gösterebilir, sessizliğin sesini dinletebilir, aşkı koklatabiliriz.  Mesela ''plaj'' kelimesi aklınıza neleri getiriyor?

Kelimeler bizde çağrışım yaparak kocaman bir dünyanın kapılarını aralar; ‘’atıyorum’’ dediğinizde yalancı olursunuz, çünkü atanlar yalancıdırJ  ‘’Kolay’’ dediğinizde işi başarma ihtimalinizi belki de iki katına çıkarıyorsunuzdur. Bir önceki cümlede ''belki'' kelimesi başarma ihtimalini azaltıyor.‘’Mahvoldum’’ yerine ‘’kırıldım’’ demekse duygu durumumuzu epey rahatlatıyor. Eğer ile başlayan cümleleriniz ama ile devam ediyorsa, bilinçaltınıza yapamayacağınız mesajını veriyorsunuz. Karşı tarafın bilinçaltıysa -ama- lı cümlelerinizi bahane üretiyorsunuz ve onu anlamadınız olarak algılıyor. Bilinçaltı –ama- dan önce söylediklerimizi siliyor.

Eğer yeterince çalışmaya istekliysen, istediğin her şeyi yapabilirsin

İstediğin her şeyi yapabilirsin, eğer yeterince çalışmaya istekliysen.

Sizce hangi eğer’li cümle daha etkili?

Evet, ikinciJ

Yapılan bir deneyin sonunda, denekler iki farklı odanın kapısından çıkıyor ve koridorun sonundaki kapıya, birinci kapıdan çıkanlar hızlı, ikinci kapıdan çıkanlar yavaş şekilde yürüyerek gidiyor. Neden deneklerin bir kısmı yavaş yürürken, bir kısmı da hızlı yürüyor? Buna neden olan deneyde yapılan bir şey;  insanları iki farklı odaya ayırarak, birinci gruba, içinde ''hız'' kelimesinin de bulunduğu 4 değişik sözcük, ikinci grubaysa ''yavaş'' kelimesinin de bulunduğu 4 ayrı sözcük veriliyor. Bu sözcüklerle birbirinden farklı cümleler üretmelerini istiyorlar. Kapıdan hızlı yürüyerek çıkan grup hızlı kelimesiyle çalışmış olanlar, yavaş yürüyenlerse yavaş kelimesiyle çalışmış olanlar oluyor. Bu deneyi hız ölçümlemesi yaparak, Yale Üniversitesinden Prof. John Bargh yapıyor. Sadece  10 dakika kullanılan kelimeler insanların hareketlerine bu kadar çabuk etkide bulunurken, çocuklarımızın bir ömür bizden duyduğu veya bizim ömrümüz boyunca çevremizden duyduğumuz kelime kalıplarının yaratacağı etkiyi bir düşünün. Tembelsin, aptalsın, dağınıksın, çok zekisin, harikasın…
Bu söylenenler çocuğun yetişkinlik sürecinde de yakasını bırakmıyor ve onun değerlerini oluşturuyor.
''Oğlum insanlara güvenme eşyalarını çalarlar'' denilen çocuk için; insanlar kötü ve güvenilmezdir. Tam tersi ''Eşyalarını arkadaşlarınla paylaş, beraber oynayın'' denilen çocuksa insanlara güvenmeyi, paylaşmayı öğrenecektir.
''Hayat risklerle dolu, ne olur ne olmaz, sağlam işin olsun, çoluk çocuk aç kalırsınız sonra'' mesajları hayata endişeyle dolu bakan sosyopatları hazırlarken. (Çoğunluk gibi) ''Sana güveniyoruz, hayallerinin peşinden koş, çalışarak istediğin her şeyi başarırsın.'' mesajı ise, mutlu olma potansiyeli büyük olan insanları geleceğe hazırlamaktadır. İnsanlar ve olaylar tabi ki kötü de olabilir, bazı ebeveynler, olumsuz söylemlerle ‘’onları gerçek hayata hazırlıyoruz.’’ derler,  kötülük gören çocuk'' bu da kötü, insanlar kötü.'' derken,  güvenle büyütülen çocuk'' insanlar iyi ama bu kötüymüş'' diyecektir. Kullandığımız kelimelerimizi değiştirmek için vakit hiç bir zaman geç değildir. Bu sefer, sizi, çevrenizi mutlu ve tatmin edecek bir geleceğe doğru götürecek kelimelerinizi seçin.

Söylediklerinize dikkat edin; düşüncelere dönüşür...

 Düşüncelerinize dikkat edin; Duygularınıza dönüşür...

 Duygularınıza dikkat edin; davranışlarınıza dönüşür...

 Davranışlarınıza dikkat edin; alışkanlıklarınıza dönüşür..

 Alışkanlıklarınıza dikkat edin; değerlerinize dönüşür..

 Değerlerinize dikkat edin; karakterinize dönüşür...

 Karakterinize dikkat edin; kaderinize dönüşür...Gandi

Göstermeyi bırak artık yaralarını, ''uf oldum'' diyerek bundan zevk almayı. ‘’Ne çekti be’’ çirkin bir anılma şekli, zavallılara özgü. Yetti de, değiştim de, başarılarından, hayallerinden bahset insanlara, her gün aynaya bak ve yüzüne başaracağını haykır tekrar tekrar inançla söylersen kader bile bükülür sözcüklerinin karşısında, sözcüklerin sihirli güçleri vardır, hatırla ‘’abrakadabra’’

Abrakadabra: M.S. 2. Yüzyılda Romalılar tarafından hastaların sağlığına tekrar ulaşabilmesi için söylenen, sihirli olduğu varsayılan bir kelimedir. Söylediklerimle yaratıyorum veya sözcüklerimle iyileştiriyorum anlamlarına gelir.

25 Mart 2018 Pazar


Aslında Duvar Yok!  Şeytan Üçgeni
drama üçgeni ile ilgili görsel sonucu
Bir gün, aslında bütün hayatımın, önüme çıkan engelleri yıkmaya  çalışmakla  ilgili olduğunu farkına vardım. Bu farkındalık tek başına bir şeyi değiştirmedi. Ne zaman ki o engellerin çoğunu  kendim koyduğumu fark ettim,  işte o gün her şey değişti,  bu yazılanlar işte bu yeni ve  büyük keşifle ilgili…
Hepimiz kendimizin ne kadar zeki, yetenekli olduğunu düşünür ve neden keşfedilmediğimizi ve diğer insanların neden bu kadar şanslı olduğunu merak ederiz. Keşfedilmediğimizi düşündüğümüzde de kendimiz hariç herkesi; koşulları,  hayatımızın her alanında suçlanacak birini veya bir şeyleri bularak, kurban rolü oynamanın üstadı oluruz.

Tüm hikayelerde, filmlerde ve hayatın içinde olmazsa olmaz olan 3 karakter vardır:  Kurban, kurtarıcı ve  saldırgan. Kırmızı başlıklı kızdan örnek verirsek:  Kurban; kırmızı başlıklı kız,  kurtarıcı; avcı, saldırgan; kurt.
Kül Kedisi hikayesindeki   kahramanların karakterlerini de siz yazın; Kül kedisi;………Kız Kardeşler;…….Prens;………….

Ailede 1 yaşına gelmiş bebek yürümeye çalışır. Bu denemeleri yaparken bebek  tabi ki düşecek kalkacak ve tekrar düşerek kalkacaktır. Eğer bebeği korumak adı altında bu denemelerine müsaade edilmez ve ona bir özgürlük alanı bırakılmazsa gelişimi yarım kalır. Her düşmeye kalktığında tut, eşyaların arasında yürümesine izin verme, önündeki neredeyse her engeli itinayla kaldır ve gururlan kendinle’’ bebişime iyilik yapıyorum , ne iyi, ne muhteşem , ne fedakar anneyim/babayım.’’ de. Bebeğin yapması gerekenleri siz yaptığınızda çocuğunuzun gelişimine engel olarak, zayıflığına ve güvensizliğine neden olursunuz. Tıpkı dünyaya hazır olduğunda, zaten yumurtayı içerden kıracak civcive yardımcı olmak için, yumurtayı dışardan kırmamız ve civcivin belki saat farkıyla hazır olmadığı bu dünyada sayemizde ölmesi gibi...  Atalarımız yine güzel söylemiş  ‘’Cehenneme giden yollar iyi niyet taşlarıyla döşelidir. ‘’
Doğduğumuz andan itibaren bir mesaj ve davranış bombardımanına tutuluyoruz. İnsan kopyalayarak, rol model seçerek, gözlemleyerek, duyu organlarının her birini kullanarak öğrenen bir canlı. Bu öğrendikleriyle de  inanç sistemini oluşturuyor, kendine ve çevresine yüklediği tüm anlam bu inanç sistemine bağlı olarak oluşuyor.Duygusal açlığımızın tatmini için ilgi görmeye, şefkate, takdir edilmeye  ihtiyaç duyarız. Çocukluktan itibaren türlü oyunlar öğrenir, büyüyünce de  bu duygulara her ihtiyaç duyduğumuzda isteklerimizi karşılaması için bu oyunları oynamaktan çekinmeyiz. Bu oyunlardan en çok oynananı  Stephen Karpman’a göre Drama Üçgeni’dir. Bu oyunun içinde; kurban, kurtarıcı ve saldırgan rolleri vardır.

Eric Berne (drama üçgenini geliştirenlerden) bu üçlünün yarattığı üçgenin içine girmememiz gerektiğini söyler. Bir örnekle açıklayayım; bir gün sonraya  bitirmemiz gereken bir sürü iş olduğu halde  bizi ısrarla  maça davet eden arkadaşımızı kırmamak için(maçı da istediğimizden) maça gideriz ve onu tek başına kalmaktan kurtararak biz bir anda kurtarıcı oluruz,  arkadaşımızsa  kurtarılan olarak kurban yerine geçer,  keyifli maçın ertesi günü  işe gittiğimizde patronumuz bize saldırgan pozisyonunda bitmeyen işimizle ilgili  bize kızdığında biz kurban oluruz. Sonra saldırgan pozisyonumuzla arkadaşımıza döner ve öfkemizi ondan çıkartarak onu kurban haline getiririz. Bu üçlüde kaldığımız sürece bu  rahatsız edici durum tüm roller için  devam eder.

  Aileden bir örnekle şeytan üçgenimize(benim deyimimle:)) devam edelim
Bir oğlunuz olduğunu düşünün ve onu gözünüzden esirgeyerek, elinizden geldiğince bal börek büyütüyorsunuz. Siz önüne çıkan engelleri tek tek ortadan kaldırırken, oğlunuzun mücadele kasları neredeyse hiç gelişmiyor. Kurtarıcı rolünüzle ödevinden, arkadaşlarıyla problemlerine kadar her şeyle siz yüzleşiyorsunuz, çocuğunuzun yüz kasları da gelişmiyor(!) oğlum o ağır taşıma, bırak ben yaparım sen ders çalış. Neredeyse eşek kadar çocuğu ellerinizle besleyecek haldesiniz, el bebek gül bebek büyüttüğünüz, bu şeker oğlandan hayatta nasıl bir duruş  bekliyorsunuz? Ayakları sahiden yere sağlam basabilecek bir yetişkin mi yoksa kırılgan, korunmaya muhtaç bir evlat mı yetiştiriyorsunuz?
Çukura düştüğü zaman oğlunuza yanınızda duran merdiveni veya ipi uzatmak yerine çukura yemek atarak size bağımlı kalmasına neden oluyor ve tabiri yerindeyse balık tutmayı öğretmek yerine, ona balık veriyorsunuz. Çocuğunuz sizin kurtarıcılığınıza alıştığı için gittikçe artan bir oranda kendisini yetersiz ve beceriksiz görüyor. Kurban rolünü benimseyen çocuk, gün geçtikçe kurban rolünü pekiştirecek saldırganları kendisine çekiyor. Kurban çoğu zaman ,kurtarıcının  acıma duygusunu sevgi zannediyor ve sevgiyi kazanabilmek için kurban rolünün, kaybeden olmanın ve bu duyguyla beslenmenin ustası oluyor. Eşiniz aşırı korumacılığınızın çocuğa zarar verdiğini görerek çocuğu hayata hazırlamak adına, çocuğunuza yükleniyor ve yol gösterme niyetiyle baskı yapmaya başlıyor. Sizse çocuğunuzu daha sıkı korumaya başlıyorsunuz, eşiniz saldırganlığını çocuğunuzu yetiştiriş tarzınız nedeniyle bu sefer de size yönlendiriyor, çocuğunuz bu durumdan rahatsız olarak sizi korumaya başlıyor. Eşiniz saldırgan, siz de doğal olarak kurban, oğlunuzsa sizin kurtarıcınız oluyor. Zamanla çocuğunuz, onu kurban yaparak, kurtarıcısının sevgisini kazanacağını sandığı her numarayı öğreniyor; dayak yemekten tutunda, derslerdeki başarısızlığa, dışlanmasından tutunda, kolaylıkla hastalanmasından, hocaların ona takmasına kadar.  Bir nevi küçük Emrah sendromu yaşıyor ve yaşatıyor. Hem de girdiği her sosyal ortamda acıyı kendine farkına varmadan çekiyor, çünkü kurban rolünün açlığı hiç bitmiyor. Gün gelip çocuk büyüdüğünde başarısızlıklarının ve beceriksizliklerinin tüm sorumluluğunu kurtarıcısına yüklüyor, bu sefer kurbanımız saldırgan, kurtarıcımızsa kurban  haline geliyor.
Bugünün kurtarıcıları geçmişin kurbanlarıdır aslında, başkalarını kurtararak kendilerini kurtarmış gibi oluyorlar, kendilerine  bağımlı bireyler  yaratarak kendilerini daha güçlü hissediyorlar. Başkalarının sorunlarıyla o kadar çok ilgileniyorlar ki kendi sorunlarıyla hiç yüzleşecek zamanları  kalmıyor, aslında kurtarıcı kendinden kaçıyor. Saldırgansa başkalarına saldırarak kendi zayıflıklarını bir bakıma gizlemiş oluyor, saldırdıkça insanlar onun eksiklerine değil kendilerininkilere dönüyorlar. Bu sarmal aynı kişilerin bu kısır döngüde kalarak mutsuz ve tatminsiz bir hayat yaşamalarına neden oluyor. Herkes işin kolayına kaçınca bu döngü kırılamıyor.

Bu döngüyü kırmak için kurbanın sorumluluklarını almakla ilgili çaba göstermesi, kurtarıcının hayır demeyi öğrenerek kendi ihtiyaçlarına da ilgi göstermesi, problemlere çözüm bulmak yerine destek olmayı öğrenmesi, saldırganın gördüğü veya zannettiği zayıflıkları kabul etmesi ve başkalarına verdiği zararı keşfetmesi gerekir. 


22 Mart 2018 Perşembe


Aslında Duvar Yok!
Aslında Duvar Yok!
Duvarlar ve Sınırlar korkular gibidir; sadece yanılgıdır!

Aslında Duvar Yok! Hepimizin hikâyesi; hayallerimiz, yanılgılarımız, doğru sandığımız yanlışlarımız, yanlış sandığımız doğrularımız. Aslında olmayan, bizim uydurduğumuz engellerimiz. Uydurduğumuza inanma hatalarımız. Bizi dışardaki dünyadan koruduğunu sandığımız ama bizi dışarıya açılmaktan alıkoyan hapishane duvarlarımız. Bu blogda öncelikle tuğlalarımızı nasıl oluşturduğumuzu,  sonra da bu tuğlaların nasıl yıkılacağını anlatacağım. Millet, hazır mıyız?

Hepimiz harika nehirlerin ve ağaçların olduğu, hayallerimiz kadar sınırsız okyanusların yanında, gözlerimizi sonsuz bir cesaret ve umutla dünyaya açarız. Daha sonra başımıza gelen olumsuzlukların her biriyle (çoğunluk buna tecrübe der) güvenliğimizi sağlayacağını zannettiğimiz bir duvar inşa ederiz.  Bu duvarı da, her bir olayın bizde yarattığı olumsuz etkilerden oluşan tuğlalarla öreriz.

Sevdiğimiz insandan sevgimize karşılık bulamayınca koyarız bir tuğla; karşılıksız aşklar adına,


Aldatılınca tekrar güvenmemek için bir tuğla,

Hayal kırıklıkları ve kayıplarımızla gelsin okkalı bir tuğla,

Arkamızdan konuşan dostlarımız için bir tuğla daha,

Sonra bir bakarız ki duvarlarımızın arasında hayallerimiz ve biz, küçücük bir alanda, zor nefes aldığımız bir alanda sıkışıp kalmışız.

Zedelenen her duygumuz zamanla çevremizi saran tuğlalar haline gelir,  yani sözde duvarımızı kendi bakış açımızın sahte tuğlalarıyla inşa ederiz.

Duvarlar her ne kadar da hayatın sırlarını gizlese de dışarıya açılan kapıları da kapatır. Dışarıdan içeriye büyük bir ilhamla girecek ve hayat dengemizi değiştirecek oksijenin önündeki en büyük barikattır! Kuvvetli bir nefes al, yavaş yavaş ver nefesini, tekrar al ve tekrar ver aynı şekilde. Fark ettin mi rahatlamaya başlıyorsun bile:) Hep sevgiyle, ille de sevgiyle...

16 Mayıs 2017 Salı

Beyin Oyunları 92: Bağlılık ve Tutarlılık İlkesi

Bir seçim yaptığımızda veya bir konuda fikrimizi açıkladığımızda bu yaptığımız taahütle tutarlı davranmak için kişisel ve toplumsal baskı hissederiz. Çelişik olmak, tutarlılığın aksine hem bizde iç huzursuzluğa neden oluyor hem de çevremizde güvenilir bir kişi olarak algılanmamıza engel oluyor. Bu sebeple, bazen tutarlı olmak adına istemediğimiz şeylere bile katlanabiliyoruz.

Hipodromda bahisçiler, bahislerini yatırmadan önce kararsızdırlar, bahislerini yatırdıktan sonra, oynadıkları atın başarısına daha çok inanırlar. Çünkü onun başarısına yönelik bir karar vermişlerdir, kendilerini o ata adamışlardır ve kendi içlerinde tutarlı olmalıdırlar.

New York plajında yapılan bir deneyde, araştırmacı plaj havlusunu rasgele seçilmiş kişilerin bir buçuk metre kadar yakınına serer ve radyosunu dinledikten sonra, kısa bir yürüyüş için ayrılır. Başka bir araştırmacı hırsız rolünde radyoyu alarak uzaklaşır. 20 denekten sadece dördü hırsız rolündeki kişiyi engellemeye kalkmıştır. Daha sonra araştırmacı yürüyüş için ayrılmadan önce, deneklere “acaba eşyalarıma göz kulak olur musunuz?” sorusunu yöneltir. Bu ricayı tüm denekler kabul etmiştir ve yirmi denekten on dokuzu tutarlılık kuralına uygun olarak, hırsızı engellemişlerdir.


Otomatik tutarlılık; tembel beynimiz için harika bir kolaylık sunar.
’’İnsanoğlunun düşünme işinden kaçınmak için başvurmayacağı yol yoktur.’’ Joshua Reynolds

İmza toplayanlar genelde bu imzalarla hiçbir şey yapmıyorlar, imza atanları gelecekte istenecek adımları atmaya meyilli hale getiriyorlar. Gücü nedeniyle önemsiz taleplere karşı dikkatli olmamız gerekiyor.
Etrafımızın bizim hakkımızdaki düşünceleri, bizim kendimiz hakkındaki düşüncelerimizi etkilemektedir
En yardım sever şehir olduklarını öğrenen kişilerin bağış yapma oranı artıyor.
Sözleşmeyi müşteriye doldurtursanız cayma oranı azalıyor, insanlar yazdıklarına uyarlar
Harcanan çaba bağlılığı arttırır.
Bilet fiyatını reklamlarda yazmama nedeni telefonla arayarak veya giderek fiyatı öğrenenlerin konsere bağlılığı arttığı içindir.

Benzer olaylar karşısında tutarlılık ilkesi gereği benzer kararlar alırız.
Tutarlılık ilkesi; akıl okumanın en büyük destekçilerinden biridir, kişinin davranışlarıyla ilgili tahminlerinizi de tutarlı kılar:)

18 Aralık 2014 Perşembe

BEYİN OYUNLARI  90; ASTROLOJİ VE FAL (BARNUM ETKİSİ)


Hayallerinizin peşinden koşun...

Psikoloji bilmeyen ve psikoloji üzerinden para ve ün kazanmaya çalışanların, kullanıma soktukları sahte mesajlardan biri hayallerin peşinden gitmektir. Bu kişilere göre, başarılı insanların hepsi işe önce hayal ederek başlamışlardır. Kişi hayalinden vazgeçmez ve çok çalışırsa MUTLAKA hedefine ulaşır.

Bunun için bağlamından kopartılmış bazı özdeyişler temel mesajı güçlendirir. Örneğin; “Kişinin dışındaki engeller, içindekilerle karşılaştırıldığında hiç kalır” gibi bir cümle aynı zamanda zihin açıcı bir işlev görür. Bu durumda bütün yapılması gereken, kişinin cesaretini toplayıp korkularından kurtulmasıdır. Böylece, kendiniz sandığınız kişiden KURTULUR, gerçek kişiliğinizi ortaya çıkartır ve hayallerinize ulaşabilirsiniz.

Başarılı kişilerle ilgili örnekler de istemek ve hayaller peşinden gitmek gerektiği mesajını güçlendirir. ''Bakın şu kişi nasıl imkânsız gibi görünen bu işi başardı. O başardığına göre siz neden başarmayasınız ki?''Çünkü bu hayal tacirlerine göre, başarının bir modeli vardır ve bu modeli izleyen herkes başarılı olabilir.


Gerçekten de verilen örneklere ve anlatılan hikâyelere bakınca bunlar akla yakın gelebilir. Ancak bu çok temel bir yanılgıdır ve psikolojide buna Barnum etkisi denir. Herkes ya da her durum için geçerli olan bir yargının sanki sadece belirli bir kişi ya da durum için özelmiş gibi kullanılmasıdır.

Barnum etkisi, birbiriyle çelişik sözlerin bir arada verilmesi nedeniyle, insanların, kendilerine özgü bir açıklama yapıldığı izlenimi edinmelerine karşılık gelmektedir.
Hepimizde bir boşluk duygusu var: Gelecekte neler olacağını öngöremiyoruz. Bu, bizi yıldız falları başta olmak üzere çeşitli falcılara inanmaya götürüyor. Barnum, bunun bilincinde olan bir sirkçi olarak, insanları kandırmanın çok kolay olduğu belirtmiştir. Etkinin adı, buradan gelmektedir. Şu sözü çok ünlüdür: “Her dakika bir enayi doğuyor.”

'Diğer insanların senden hoşlanmasına ve takdirine ihtiyaç duyuyorsun ama yine de özeleştirel olmaya eğilimlisin. Bazı kişilik zaafların olsa da, genelde bunların üstesinden gelebiliyorsun. Henüz kendi yararına kullanmayı başaramadığın, hatırı sayılır bir kapasiten var. Dışarıdan disiplinli ve denetimli biri gibi görünsen de, iç dünyanda endişeli ve güvensiz hisseden bir yanın var. Bazen, kararlarının ya da eylemlerinin doğru olup olmadığıyla ilgili, ciddi kuşkulara kapılıyorsun. Hayatında belli miktarda değişiklik ve çeşitlilik arıyorsun ve engellerle ya da sınırlarla yolun kesildiğinde mutsuz hissediyorsun. Bağımsız düşünebilen biri olmakla gurur duyuyorsun ve başkalarının düşüncelerini, tatmin edici kanıtlar yoksa kabullenmiyorsun. Ancak kendini diğerlerine çok keskin biçimde ifade etmeyi de, akıllıca bulmuyorsun. Bazen dışa dönük, cana yakın ve sosyal hissetsen de, kimi zaman içe dönük, sıkıntılı, çekingen duygulara kapılıyorsun. Bazı büyük isteklerin, gerçekçi olmaktan uzak.'

‘Barnum Etkisi’nin diğer adı, ‘Forer Etkisi’dir. Bir psikolog olan Forer, 1948 yılında bir dersinde öğrencilerine bir kişilik ölçeği vermiş; sonrasında, bir burç sayfasından aldığı yukarıdaki açıklamayı verip, öğrencilerinden bu açıklamanın kendilerini ne kadar yansıttığını 1’den 5’e dek değerlendirmelerini istemiştir:

1. Beni hiç yansıtmıyor.
2. Beni pek yansıtmıyor.
3. Beni az çok yansıtıyor.
4. Beni biraz yansıtıyor.
5. Beni tamamen yansıtıyor.

Ortalama, 4.26 çıkmıştır. Birçok katılımcı, bu açıklamanın kendilerine özgü özellikleri yansıttığını ileri sürmüştür.

Forer’in bu çalışmayı yaptığı 1948 yılından sonra ise, aynı çalışma, çeşitli katılımcı öbekleriyle kerelerce yinelenmiş ve ortalama, genellikle 4, 2 çıkmıştır.

Açıklama, gerçekte, herkesi yansıtmakta; okurların benliğini okşayacak bir biçimde yazıldığı için, birçok insana çekici gelmektedir. Açıklamanın tüm sözel (totolojik) bir niteliği vardır. Diğer bir deyişle, bütün seçenekleri içermektedir. Örneğin, bir insan, “bugün ya yağmur yağacak ya da yağmayacak” derse, bir bilgi vermiş olmamaktadır. Ya da bir öğrenci, “bu sınavdan ya iyi not alacağım ya da kötü not alacağım” derse, yine, yeni bir şey söylemiş olmamaktadır.

Burada ilginç olan nokta ise şu: Forer bütün öğrencilerine aynı kişilik analizini dağıtmış. Her öğrencinin kişiliği aynı olamayacağına göre bu nasıl olur diyorsunuz. Bu şöyle oluyor. Kişilik analizinde genel geçer cümleler kullanıyorsunuz. Yuvarlak, ölçülü, genel geçerliliği olan şeyler söylüyorsunuz. Mesela: "Ara sıra kararsız kaldığınız olur.", ya da "Sevdiklerinizi çok sever, düşmanlarınızdan nefret edersiniz." gibisinden. Böylece herkese üç aşağı beş yukarı uyabilecek bir analiz oluyor hazırladığınız.

Burçların, dergilerdeki karakter tahlillerinin, kimi 'ruhdeşen falcılar'ın, hatta içki masasında 'adam ruhumu okuyor, beni benden iyi tanıyor' dedirten 'bilge çapkınlar'ın sırrı bu işte. Psikolojide 'Forer Etkisi' ve 'Barnum Etkisi' gibi isimlerle anılan fenomen. Bizim biricikliğimize, potansiyelimize, makul eleştirilerin arkasına saklanmış övgülere inanma isteğimiz!

“O akrep burcundan, aldatılmaya tahammülü yoktur” cümlesi tipik bir Barnum etkisi içermektedir. “Aldatılmaya tahammülünün olmaması” sadece bir burçtan olan kişilerin özelliği değil, doğal olarak insanların çoğunluğunun ortak özelliğidir. “Maddi imkânlarımız elverse, dostlarınıza pahallı hediyeler almaktan hoşlanırsınız”, “Sizinle ilk tanışan insanlar, başlangıçta sizi soğuk ve mesafeli bulsa da, yakından tanıdıklarında fikirlerini değiştirirler.” Bu ve benzeri ifadeler büyük çoğunluk tarafından onaylanır. Çünkü gerçeğin bir bölümünün hoşa gitmesi, diğer bölümü kabullenmeyi kolaylaştırır.
Astrologların sıklıkla kullandığı bu dil yapısı, burçları okuyan kişilere “doğru yazıyor” bilgisini ya da izlenimini vermektedir.

 "Perception is reality" ( Gerçek olan algıdır:))

12 Aralık 2013 Perşembe

BKK 89; DOKUNMAK NE KADAR ÖNEMLİ ?

DNA testine ihtiyaç yok:)
Deri vücudun dışını tamamen kaplayan en büyük duyu organımız.
Ayrıca, olmadığında yaşayamayacağımız tek duyu organımızdır.
Hayalle gerçeği  ayırmakta son kanıt olarak, ona güveniriz.
Derinin görevi vücut ısısını ayarlamak, solunuma ve boşaltıma yardımcı olmak, vücudu dış etkilerden korumaktır.
Derinin üzerinde dokunmayı, basıncı, ağrıyı, sıcağı vb. duyuları algılayan almaçları vardır.
Londra Üniversitesi Nöroloji Bölümü’nden bilim insanları, karmaşık bir fiziksel duygu olan ağrıyı azaltmak için ‘kendine dokunma’yı kullandı.
“Yaralandığınızda veya bir elinizi kestiğinizde ilk yapacağınız şey nedir?” sorusunu yönelten Dr. Marjolein Kammers, “Yaralandığınızda veya herhangi bir sebepten dolayı ağrınız olduğunda elinizi ağrıyan yerin üzerine koyun, ağrınız hafifleyecektir” diyor.
Dr. Kammers’a göre, insanların ağrıyan yerlerine ellerini götürmesi otomatik olarak düşünce gücünü harekete geçiriyor ve kişinin, o noktaya yoğunlaşmasını sağlıyor. Çalışmayı yapan uzmanlar, araştırmaya katılan hastalardan ellerini ağrıyan yerlerinden çekmeleri istendiğinde ve bir başkasının elinin o bölgede tutulması halinde ağrıda artış olduğunu belirtiyor.
Nörolog Dr. Marjolein Kammers ve ekibinin yaptığı ısı çalışmasının sonuçları da bir hayli ilginç. Çalışmada, sadece bir tanesinin yakıcı özelliği bulunan 3 ayrı sıcaklıktaki noktaya elin 3 parmağı değdiriliyor. Diğer iki nokta soğuk olduğu halde kişi, 3 parmağı da yanmış gibi tepki gösteriyor. Hatta hiç yanmamış parmakları, yanmış parmakla birlikte su bile toplayabiliyor.
13'üncü yüzyılda, Alman İmparatoru II.Frederick hiç sözcük duymayan bebeklerin nasıl konuşacaklarını merak eder. Bu deney için, barbarca ailelerden bir çok bebek toplatır, onları asla dokunulmaması ve konuşulmaması emriyle beslemesi için  bakıcılara verir. Kısa bir süre sonra bebeklerin hepsi konuşamadan ölür.
Deney berbat bir şekilde sonuçlansa da, dokunmanın ne kadar hayati bir öneme sahip olduğu ortaya çıkmıştır.
Dokunduğumuz şeylere, daha fazla bağlanırız, bu nedenle bir mağazadan alışveriş yaparken, iyi satışçılar, ürüne mutlaka dokunmamızı sağlarlar.
Araştırmacılar; erkeklerin ilk kez, yolda gördükleri kadınlara dokunarak  mı, yoksa dokunmayarak mı daha kolay telefon numaralarını alabileceklerini incelemişler. 240 genç kadından, 3 erkek daha sonra  bir şeyler içmek için, telefon numaralarını istemişler, kadınların yarısına 1sn’liğine dokunmuşlar, diğer yarısısa hiç dokunmamışlardır. Dokunulmayan kadınların telefon verme oranı %10, dokunulanların %20 olmuştur. 1sn’lik dokunuş populariteyi ikiye katlamıştır. Yapılan araştırmalarda, müşteriye dokunan garsonların, teklif ettiği yiyecekleri müşterilerin kabul etme  oranı %40’dan, %60’a çıkmıştır, bahşiş miktarları %20 artmıştır. Yüzlerce deneyde de küçük bir dokunuş isteğin kabulunu kolaylaştırmıştır.(Ben dokunulmaktan hiç hoşlanmam, diyenlerin sayısı bu araştırmalarda devede kulak kalmıştır.) Bir birine en çok dokunan takımların en çok işbirliği yapan ve en çok kazanan takımlar olduğu ortaya çıkmıştır.
Yeni tanıdığınız birini etkilemek mi istiyorsunuz parmak uçlarınızla karşınızdakinin sırtına, koluna dokunarak ona yol gösterin, küçücük bir dokunuş bile olağanüstü etki yaratabilir.


BKK 88; TRANSLARIMIZ

Bazı eğitimlerimde katılımcıların bir kısmı ''hocam ben transa girmem, telkin kabul etmem.'' der. Transtan hiç çıkmıyoruz ki girmemekten bahsedelim, sürekli bir transtan diğer transa geçiyoruz sadece.. Giydiğimiz her marka kıyafet telkinden etkilendiğimiz anlamına geliyor zaten.
Kendi egonuzu terkedin, karşınızdakinin egosuna girin, ve bir tavuk gibi hiç doymak bilmeyen egosunu besleyin. Trans başlatmanın en kolay yolu gülümsemektir. Telefonda bile konuşurken gülümsemenin gücünden faydalanabilirsiniz.
Söylediklerini onaylamanız trans yaratır.
Ortak noktalarınız transı güçlendirir, iltifatlar; hele gerçekse çok işe yarar.
Bazı kelimeler ve tekrarları yeni, kolay gibi transı kolaylaştırır.
Keşiflerde bulunmasını sağlamak, farkındalığı arttırmak güveni, güven de transı yaratır.

Bu kitabı yazarken kitabın ismine de taktım, sürekli isminin ne olması gerektiği transındaydım. Sonunda harika bir isim bulduğuma inandım;  ‘’Avatarların en güçlüsü; bilinçaltı; gerçeklik bükücüsü.’’ Heyecanda uyuyamayarak, bloğumun yeni bir sayısına  bu adı verdim ve tıklanma rekorumu beklemeye başladım. Sizce ne oldu? Fena çuvalladım. Minimum tık sayılarından birini aldı. Okuyucunun ne düşündüğüne değil , yani onun transına(ne düşündüğü) değil, kendi transıma girmiştim. Bu dersle okuyucunun transında neler olabilir diyerek bir blog yazdım.’’Birinci kadın, ikinci kadın, erkek +18’’ Okunma rekorları kırdı. Hemen hemen hepimiz kendi transımızı başkalarının transına girmeye tercih ediyoruz. Karşınızdakini etkilemek mi istiyorsunuz, karşı tarafın translarına bir yolculuk bileti alınJ