25 Ekim 2013 Cuma

BİLİNÇALTI  KULLANMA KILAVUZU 82; MASTER YODA



Arsız bilinçaltı, her yaşadığı tecrübeyi algılarken, bunu bir takım süzgeçlerden geçirerek yapar. Aslında sihirbazların  yaptığı da  bizim algı filtrelerimizi kullanmaktır. Üç kağıt oyununda,  sihirbazın dikkatimizi üç kağıda çekip, diğer eliyle aradığımız kağıdı ağzına götürdüğüne ve bu anı kimsenin farketmediğine  şahit oldum(Kamera sayesindeJ)Farkında olmaya çalışmak farkındalığımızı bozuyordu, tabi ki bozmaya çalışanın istediği yönde.
Moralimiz bozuk olduğunda omuzlarımız düşer, hareketlerimiz yavaşlar, gözlerimizdeki ışık azalır. Harika hissettiğimizdeyse,  göğsümüz gerilir, omuzlarımız dikleşir, dudağımızın kıvrımları yükselir. Beyin her zamanki gibi görevini yapmıştır. Dünyayı gören gözlerimizin filtreleri, olayları bu değişen duygu durumumuza göre yorumlar.
Peki duruşunuz, duygularınızı etkiler mi?
Etkiler.
Bu nedenle kendimizi kötü hissettiğimizde, sadece duygularımıza yöneleceğimize, duruşumuzu; harika hissettiğimiz haline getirirsek,  duygularımızı da hızla değiştirebiliriz. Şimdi pratik yapın, gülümseyin....:) Duruşunuzu değiştirerek duygularınızı değiştirebilirsiniz.
Dakikada 2 milyon uyaran alıyoruz birkaç bin uyaranı değerlendiriyoruz.150 ile cevap veriyoruz.  Beyin onca bilgi nedeniyle bir takım verileri görmezden gelir,  bir kısmını tamamlar, bir kısmını da eksiltir. Ortada bilinçaltının seçtiklerinden bir dünya kalır.
Biz yaşadıklarımıza anlam katarak, o anın; iyi veya kötü olduğuna karar veriyoruz. Yaşadığımız bir olaya yüklediğimiz anlam; odağımız, sözel tanımlamalarımız, ve duruşumuza göre değişiyor. Şaka gibi değil mi? Mesela odağımız başarıya dönük mü, yoksa endişeye mi? Olay sırasında kullandığımız kelimeler mahvoldum gibi katlanılması zor veya kırıldım gibi katlanması kolay kelimeler mi?
Başımız omzumuz dik ve doğru nefes alırkenki bakış açımızla, başımız önde ve omuzlarımız düşükken ki bakış açımız tamamen farklıdır.
Bu yazılanları bilmek ne anlamamı gelir? Anlamı değiştirecek gücün elimizde olduğu anlamına gelir. Mutluluk veya mutsuzluğun bir seçim, hem de bizim seçimimiz olduğu anlamına gelir. Aslında hepimizin bir Avatar’ı olduğu anlamına gelir.  Beyin hayali ve gerçeği ayırt edemez. Çıplak bir kadının hayali bir erkeği sanki canlıymışcasına uyarır, ekşi limon hayali de gerçekmişcesine  ağzımızı sulandırır.
Bence asıl büyü, keşfedilecek en büyük buluş; hayallerimize hükmedebildiğimizde ve anlamları değiştirebildiğimizde hemen her şeyi yapabileceğimizdir. Yok olmasını istediğiniz bir şey için bir parmak şıklatması yeter, hatta şıklatmaya bile gerek yok.
Hayaller gerçekleşecek olayların tohumlarıdır, onlar olmazsa meyveler de olmaz. O zaman hepimiz çiftçilik konusunda uzmanlaşmalıyız. Çünkü beyin de, tıpkı toprak gibi ne ekersen ona göre mahsül  verir. Domates ekersen toprağın  az veya çok domates vermesi , patates ekersen toprağın az veya çok patates vermesi  gibi. Beyinde toprak gibiyse olumsuz düşünceler olumsuz sonuçları, olumlu düşüncelerse az veya çok olumlu düşünceleri doğurur.Daha güzel bir gerçeklik bükebilmeniz dileklerimle...

‘’Güç  sizinle olsun.’’  Master Yoda

23 Ekim 2013 Çarşamba

BEYİN KULLANMA KILAVUZU 81; ÖNYARGI

Aklımızda binlerce önyargıyla dolaşırız. Adanalılar şöyledir, top sakallılar böyledir, taşralılar şu şekilde davranır, zengin olan arkadaş değişir, sarışınlar v.b
Bu önyargılar nedeniyle çoğu zaman dost seçimlerimizde ve ilişkilerimizde de hatalar yaparız.

 Önyargılardan kurtulmaya çalışmak yerine beden dili gibi eğitimlerle önyargılarımızı daha da çeşitlendirir ve güçlendiririz. Anlaşılabilir bir dünya için stereotipleri (Aşırı genelleşmiş, kalıp yargı) bilerek ve isteyerek yaratırız. Bu iş arkadaşlarımıza bile yansıyacak şekilde adil olmamamızı da engelleyebilir.

Köyde yaşayan kadının biri, bir gün evde gelincik görür,( Bilmeyenler için tilkiden biraz küçük bu vahşi hayvan kümes telini bile kesecek dişlere sahiptir.) Önce korkar gelincikten, sonra gelinciğin yerde yuvarlanarak yaptığı soytarılıklardan etkilenir ve ona yemek verir. Zamanla yemek yerken gelinciğin başını da okşamaya başlar. İkiside birbirini çok sever. Kadının bir gün bebeği olur, bebek ve gelinciği evde bırakarak tüfeği ve bir testi suyuyla tarlaya gider. Dönüşte gelinciği kapıda görür, hem de ağzı burnu kan içinde. Beyninden vurulmuşa döner kadın, gelincik en sevdiğini almıştır hayatından. Çeker tüfeği ve vurur gelinciği yüzünün tam ortasından. Koşarak bebeğinin olduğu odaya girer. Bakarki bebek sapasağlam, az önce vurduğu gelincik beşiğe tırmanan zehirli yılanı öldürmüştür, kanda bebeğin değil yılanın kanıdır bebeği orurken yüzüne bulaşan...

Dr. önlüklü bir adamın her zaman melek olamayacağı gibi motosikletli deri ceketli bir adam da şeytan olmayabilir.
Hızlı düşünmenin ölüm kalım savaşı anlamına geldiği atalarımız için bu tarz önyargılar belki de gerekli iken, bugünün dünyasında gereksizdir  ve kaybettirdikleri kazandırdıklarına göre çok daha fazladır.

22 Ekim 2013 Salı

BEYİN KULLANMA KILAVUZU 80; ÖZGÜR İRADE

Bilinçdışı; bedeni çalıştırır ve korur. Kalp atışından, en küçük hücresel harekete kadar o takip eder.

Düşünüldüğünden çok daha fazla görevi vardır. Bazı bilim insanlarının görüşüne göre; attığımız her adıma bilinçaltı karar verir. Yapılan deneylerde beyin hareketleri incelenen katılımcılara parmaklarını kıpırdatmak istedikeri anda hemen bir düğmeye basmaları istenmiştir.(İstek zamanını yakalamak için) Katılımcılar düğmeye basmadan 20 sn önce beynin hareketle ilgili bölümünde renklenme görülmüştür, yani bilincimiz karar vermeden 20 sn önce, bilinçdışımız karar vermiştir. Biz hareketlerimizi, davranışlarımızı seçebiliyoruz derken bu deneye göre tüm hareketlerimiz bilinçdışımız tarafından biz farkında bile olmadan veriliyor. O zaman bu doğruysa, cezai ehliyetimiz yoksa, hareketlerimizden nasıl sorumlu tutulabiliriz? Özgür iradenin varlığından nasıl bahsedebiliriz?  Bilinçdışı yeni keşiflerle daha net anlaşıldığı gibi çok  güçlüdür ve (her zaman olmasa da) bizi kontrol edebilir.
BEYİN KULLANMA KILAVUZU 79; DOKUNMAK

Yeni tanıdığınız birini hızlı etkilemek istiyorsanız, bir zahmet aşağıdaki yazıyı okuyun.:)

Deri vücudun dışını tamamen kaplayan en büyük duyu organımızdır. Ayrıca, olmadığında yaşayamayacağımız tek duyu organımızdır.

Hayalle gerçeği  ayırmakta son kanıt olarak, ona güveniriz.


Londra Üniversitesi Nöroloji Bölümü’nden bilim insanları, karmaşık bir fiziksel duygu olan ağrıyı azaltmak için ‘kendine dokunma’yı kullandı.

“Yaralandığınızda veya bir elinizi kestiğinizde ilk yapacağınız şey nedir?” sorusunu yönelten Dr. Marjolein Kammers, “Yaralandığınızda veya herhangi bir sebepten dolayı ağrınız olduğunda elinizi ağrıyan yerin üzerine koyun, ağrınız hafifleyecektir” diyor.

Dr. Kammers’a göre, insanların ağrıyan yerlerine ellerini götürmesi otomatik olarak düşünce gücünü harekete geçiriyor ve kişinin, o noktaya yoğunlaşmasını sağlıyor. Çalışmayı yapan uzmanlar, araştırmaya katılan hastalardan ellerini ağrıyan yerlerinden çekmeleri istendiğinde ve bir başkasının elinin o bölgede tutulması halinde ağrıda artış olduğunu belirtiyor.

Nörolog Dr. Marjolein Kammers ve ekibinin yaptığı ısı çalışmasının sonuçları da bir hayli ilginç. Çalışmada, sadece bir tanesinin yakıcı özelliği bulunan 3 ayrı sıcaklıktaki noktaya elin 3 parmağı değdiriliyor. Diğer iki nokta soğuk olduğu halde kişi, 3 parmağı da yanmış gibi tepki gösteriyor. Hatta hiç yanmamış parmakları, yanmış parmakla birlikte su bile toplayabiliyor.

13'üncü yüzyılda, Alman İmparatoru II.Frederick hiç sözcük duymayan bebeklerin nasıl konuşacaklarını merak eder. Bu deney için, barbarca ailelerden bir çok bebek toplatır, onları asla dokunulmaması ve konuşulmaması emriyle beslemesi için  bakıcılara verir. Kısa bir süre sonra bebeklerin hepsi konuşamadan ölür.
Deney berbat bir şekilde sonuçlansa da, dokunmanın ne kadar hayati bir öneme sahip olduğu ortaya çıkmıştır.

Dokunduğumuz şeylere, daha fazla bağlanırız, bu nedenle bir mağazadan alışveriş yaparken, iyi satışçılar ürüne mutlaka dokunmamızı sağlarlar.

Yeni tanıdığınız birini etkilemek mi istiyorsunuz parmak uçlarınızla karşınızdakinin sırtına, koluna dokunarak ona yol gösterin, küçücük bir dokunuş bile olağanüstü etki yaratabilir. Bir barda yapılan deneyde; sohbet teklifi yapılan bayanların yarısına hiç dokunulmamış, diğer yarısına bir saniyelik küçük bir dokunuşta bulunulmuş. Dokunulmayan bayanların%10'u teklifi kabul ederken, dokunulanların%20'si teklifi kabul etmiş.
Bazı restoranlarda garsonlara  müşterilerin koluna hafifçe dokunma eğitimi verilir; çünkü dokunulan müşteriler daha fazla bahşiş bırakır ve dokunulan müşterilerin %60'ı garsonun önerdiği yemeği yer, dokunulmayanlarınsa %40'ı.

21 Ekim 2013 Pazartesi

BEYİN KULLANMA KILAVUZU 78; HAFIZA


Bilinçaltıyla; gerçekliği sürekli değiştiren beyin, hafızaya aldığı şeylerde de bunu yapar. İşine ne gelirse hatırlama sürecini buna göre ayarlar, egoyu besleyecek şeyleri kalıcı hafızada tutar. Yaşamsal bilgileri içeren şiddet ve seks en kolay hatırlanan eylemlerdir, hele seksin şiddet içereni unutulmazlar arasında bir baş yapıttır.
Gördüğümüz şeyleri hatırlama şeklimizin kaynağı; depolanmış duyusal ve psikolojik deneyimlerle, bu deneyimlerin kökenindeki beklenti ve inançlardır.

Çözümlenmemiş, olumsuz duygu yüklü anıları bastırır. Amacı kişiyi korumaktır. Yine de baskılanmış bu anılar ile ilgili semptomlar yaratmaktan da geri kalmaz. Örneğin kişinin yaşadığı taciz olayını bastırır ama kişinin kirlenmişlik hissini temizlik takıntısı ile dışa vurur. Bunu klasik bir obsesif-kompülsif (Takıntı)durum olarak görürseniz tedavi şansınız kalmaz. Bu davranışı baskılasanız bile ya bir süre sonra yeniden ortaya çıkar ya da şekil değiştirir.
İnsan beyni tıpkı bir bilgisayar gibi çalışır, beynin işleyişini  bilmek, kapasitemizin sınırlarını genişletecektir.

Öğrendiklerimizin;
%1'i tatma
%2'si dokunma
%4'ü koklama
%10'u duyma
%83'ü görme duyumuzla elde edilir.

Akılda kalan öğrenmelerin;
%10'u okuma
%20'si duyma
%30'u görme
%50'si duyma ve görme
%70'i söyleme
%90'ı yapma sonucu kalıcı hafızaya yerleşir.

Kısa süreli hafızada pekiştirme yoktur. Uyarıları aldıktan saniye ve dakikalar sonra, bunlar ihtiyacımıza ve bizim için  önemlerine  göre bilgi şeklinde geri çağrılır; kişiye göre önemsiz ise unutulur.

Orta ve uzun süreli hafıza ve hatırlamada, beyne gelen uyarılar alt bölgelerde yapılan işlemlerden sonra kaydedilir. Uyarılar acil ve anlamlı olmalarına, hissi önem derecelerine göre, orta ve uzun süreli hafızaya kaydolur. Acı, sevinç, haz ve korku gibi önemli durumlar kalıcılığı kuvvetlendirir. Meselâ bir kalp krizinde çekilen sıkıntılar, geçirilen kazalar, sevilen bir insanla geçirilen güzel zamanlar hatırlanır. Kısa süreli hafızanın uzun süreliye dönüştürülmesi için pekiştirme şarttır.

 İnsan beyni "Kullan veya kaybet." kuralı ile çalışır. İnsan beyninde kalıcı hafızaya yazılan hiçbir bilgi silinmez. Çünkü bunlar protein şifreleri olarak yazılır, yani maddeleşir. 


Hafızamız’’Sen bir salaksın.’’  diyen anıları zamanla çöpe atmakla kalmaz, attığı şeylerin yerine, düzeltilmiş anıları koyar. Yapılan yüzlerce deneyde; belli aralıklarla  aynı öğrencilere geçmiş  sınıflarındaki not ortalamaları sorulmuş, geçmiş notlarının kontrol edileceği söylendiği halde, katılımcılar ortalamalarını gerçekte olduğundan yüksek hatırlamış, hem de her seferinde. Para ödülü bile koymuşlar ortalamasını doğru hatırlayabileceklere, katılımcılar ödüle  rağmen ortalamalarını daha yüksek hatırlamış. Bu nedenle hepimizin ebeveynleri çalışkandı, disiplinliydi ve ergenliği hiç yaşamadılar.:) Kötü  geçen anılarımızın acıları zamanla bu nedenle azalır, hatta anılarımızın bir kısmını gülümseyerek   hatırlarız (Annemizin bizi terlikle kovaladığı anılar gibi, gel de o zaman ne hissettiğini hatırla, yine gülümsüyor muydun?:))bir açıdan bakıldığında bilinçaltı bizim daha mutlu olmamızı sağlıyor,  başka bir bakış açısıyla ise  hatalardan ders almamıza engel oluyor...

BEYİN KULLANMA KILAVUZU 77; KENDİNE HAYRAN BEYİN

‘’Ego katlanamadığı fikirleri reddeder.’’ Freud. 
Hepimiz diğer insanlara göre daha çalışkan, daha doğru, daha iyi insanlar olduğumuza inanırız. En geri  kalmış özelliklerimiz konusunda bile, bize göre  ortalamanın üzerindeyizdir. Bize sorulan soruları; bizim en çok işimize yarayacak şekle getirdikten sonra cevaplarız. Başarılarımız; üstün niteliklerimiz yüzünden, başarısızlıklarımızsa şansızlık veya başkaları  yüzündendir.

Başkalarının beyninin, kendinisini, bizim kendimizi  kayırdığımızdan daha  çok kayırdığını düşünürüz.
Karşınızdakini etkilemek istiyorsanız, önce kendi egonuzu terkedin, karşınızdakinin egosuna girin. Yani kendi ilgi alanlarınızla değil karşınızdakinin ilgi alanıyla ilgilenin. Hiç doymak bilmeyen bir tavuğa benzeyen egolarını besleyin.
Geçenlerde; 80 yaşındaki komşumla asansörde aşağı iniyorduk. Yürümeye giderken karşılaştığımızdan olsa gerek bana ne kadar yürüdüğümü sordu. Bu konuyla ilgilenmesine şaşırarak 5km dedim, o da bana koruda 4km yürüdüğünü söyledi. Kendi başarısını söyleyebilmek için benimle ilgilenmişti. Bunu yapan ve buna ihtiyaç duyan bir çoğunluk göreceksiniz çevrenize baktığınızda.


Bilinçaltı kendinde olmayan özellikleri bile kendine yakıştırıp gerçeği süslerken, kendi güzel özelliklerinin üstünü örtecek fikirlere asla sıcak bakmaz. 
Falcının söyledikleri güzel şeyler nedeniyle, onun her şeyi bildiğine inanmayı seçeriz. 
Birisi size IQ'sunun 170 olduğundan bahsediyor ve IQ testlerine inanmadığını söylüyorsa; muhtemelen yalan söylüyordur.

8 Ekim 2013 Salı

BEYİN KULLANMA KILAVUZU 76; GEREKÇE GÖSTERMEK

Bilinçaltının en ilginç özelliklerinden biri gerekçelere bakış açısıdır.
Bir mağazada yapılan deneyde,  elbise almak için kasada kuyrukta bekleyen insanlara, yeni gelen  kişi sorar''Pardon, öne geçebilir miyim?'' . Kuyruktakilerin  %40'ı  ''Hayır''der.
''Pardon, öne geçebilir miyim? Çünkü uçağa yetişmem lazım.'' diyerek gerekçe yaratıldığındaysa, itiraz edenlerin oranı %6'ya düşüyor.
Asıl ilginç olan; yeterki gerekçe bulun, gerekçenin önemli veye önemsiz olması hiç bir şey farkettirmiyor. Yani ''Pardon, öne geçebilir miyim? Çünkü öne geçmem gerekiyor.'' diye saçma bir gerekçede bile, itiraz oranı yine %6:) Saçmalığına bakmadan, mutlaka gerekçe üretin, çünkü beyin, gerekçenin  içeriğine pek de dikkatli bakmıyor.:)

Yeterince güçlü gerekçelerimiz varsa nasıllar kolay geliyor. Yapamam dediğimiz şeyleri farklı bir gerekçe için yapabiliyoruz. ABD^de ikiz kuleler yıkılmadan önce yapılan bir deneyde insanlara sorulmuş''İki kulenin arasına dev bir kalas köprü koyacağız, 1 milyon dolar için yürür müsünüz?'' diye katılımcıların hepsi hayır demiş.(Tepede, o yükseklikte rüzgarı da düşünsenize) Gerekçeyi değiştirerek ''diğer kulede çocuğunuz düşmek üzereyse kalastan geçer misiniz?'' dendiğinde katılımcıların hepsi evet demiş...

Mesela benim kitap yazamamakla  ilgili hep bir gerekçem oldu. Kitap yazabilmek için daha çok zamanım olsa dedim, oldu, daha çok param olduğunda rahat yazarım dedim, oldu, bir kütüphane dolusu kitap okuduğum halde daha da okumam lazım, dedim. Yazdım ilk sayfayı belki 100 kez yazdım  ama yeterince iyi olmadığı gerekçesiyle hepsi gitti çöpe. Şuan okuduğunuz kitap  büyük oğlum Ömer'in söylediği bir cümle sayesinde bitirilebildi. ''Daha iyi, iyinin düşmanıdır.'' sizi bilmem benim için acayip etkiliydi.
BEYİN KULLANMA KILAVUZU 75;  BEKLENTİ, KENDİNİ GERÇEKLEŞTİREN KEHANET


Bir olayın gerçekleşmesinin; kişinin inancına, tahminine, kısaca beklentisine bağlı olduğu anlamına gelir.  Bizim başkalarından beklentilerimizinin başkalarını etkilediği kadar, başkalarının bizden beklentileri de bizi etkiler.

Yapılan bir deneyde her öğrenciye 5 fare ve T biçiminde labirent verilmiştir. T'nin bir tarafı gri, diğer tarafı beyaz boyanmıştır. Öğrenciler her türlü ödül ve yöntemi kullanarak farelere gri tarafa koşmayı öğretecekler, sonuçlarıda kaydedeceklerdi. İlginç olan nokta aslında deneyde incelenecek olanlar fareler değil öğrencilerdi. Öğrencilere genetik çalışmalar sonucu labirent dahisi fareler ürettiklerini söylemişlerdi. Verilen farelerin yarısı dahi öteki öğrencilere verilen diğer yarıysa normal fare olduğu öğrencilerle paylaşılmıştı. Aslında böyle bir şey yokken, tüm fareler aynıyken öğrencilerin dahi diye düşündüğü fareler çok daha başarılı oldular. İki gruba da ne yaptıkları sorulduğunda, farelerinin dahi olduğunu düşünen grubun farelerle daha çok iletişim kurduğu, onlara daha çok dokunduğu görülmüş.
İkinci bir deneyde ön koşul olarak farelere birebir aynı davranmaları istendiği halde bilinçdışı işaretlerle dahi zannedilen fareler daha başarılı olmuştur.

Gücümüz sınırsız değil; bu doğru ama gücümüzün sınırlarını çok daha fazla genişletebileceğimizi düşünüyorum. Sınırlarınızı gerçekten bildiğiniz kaç duruma sahisiniz? En fazla kaç lahmacun yiyebilirsiniz, en fazla kaç km yürüdünüz? Daha önce sınırlarımızı zorladığımız şeylerle ilgili gerçek cevaplarımız olur. Başarısızlık bir lanet değil, önemli bir seçimdir.

Bir okulda öğrencilere IQ testi yapılmış ve sonuçlar öğrencilere değil hocalarına verilmiştir. Tek bir farkla üstün zekalı diye söylenen çocuklar normal zekaya sahipti. 8 ay sonra hepsi yaklaşık aynı zeka seviyesindeki çocukların, hocalar tarafından dahi zannedilenlerin IQ'su diğerlerine göre çok daha büyük bir artış göstermişti. Bu süreçte dahi zannedilen öğrencilerin %80'i nin IQ'su yükselmişti. Kendimiz ve başkalarıyla ilgili beklentilerimiz sonucu çok fazla etkiliyor. Sigorta satışı yapan organizasyonumuzda kendimle gurur duyduğum en önemli özelliğim; bazen normal bir satışçıya sen bu ayın rekor üretimini yapacaksın dediğimde, bunu söylediklerimin neredeyse tamamına yakını bunu gerçekleştirmişti. Bende hep kavun yerine, koklamadan  insandan anladığımı düşündüm, durdum. Sonradan(Çok sonradan:)) anladımki; o insanları, onlarla ilgili olumlu beklentim motive ediyordu, onlarla, sorunlarıyla ay boyunca normalden çok daha fazla ilgileniyordum.

Çocuklarımızla, çalışanlarımızla en önemlisi kendimizle olan beklentimizi iyi yönetelim, çünkü yönettiğimiz sadece beklentimiz değil, kendini gerçekleştirecek kehanetlerimiz...


MİNİK KÖPEK

Adamın biri Afrika´da safariye çıkarken, yanına minik köpeğini de almış.
Minik köpek bir gün ormanda dolaşıp, kelebekleri kovalar, çiçekleri koklarken kaybolduğunu fark etmiş.
Ne yapacağını düşünürken bir de bakmış ki karşıdan bir leopar geliyor ve belli ki günlük yiyeceğini arıyor.
- Şimdi başım dertte, diye düşünmüş köpekçik . . .
Etrafına bakmış yerde kemik parçalarını görmüş.
Hemen arkasını leoparın geldiği yere dönerek kemikleri kemirmeye başlamış, bu arada da arkadaki hareketi kestirmeye çalışıyormuş.
Leopar tam saldıracakken minik köpek kendi kendine konuşmuş:
- Ne kadar lezzetli bir leoparmış. Acaba etrafta bundan bir tane daha var mı?
Bunu duyan leopar bir anda donmuş kalmış ve en yakındaki ağaca tırmanarak dalların arasına saklanmış:
- Tam zamanında kurtardım yoksa bu köpeğe yem olacaktım, diye düşünmüş leopar...
Bütün bunlar olup biterken bir başka ağacın üstündeki bir maymun olanları izliyormuş, bildiklerini kullanarak bundan sonra kendisini leopardan kurtaracağını düşünmüş.
Leoparın yanına giderek neler olduğunu anlatmış.
Leopar köpeğin yaptıklarına çok sinirlenmiş ve maymuna, "atla sırtıma, gidip şunu yakalayalım" demiş.
Az önceki yerde bekleyen minik köpek, bakmış kızgın leopar sırtında maymunla birlikte süratle kendisine yaklaştığını fark etmiş.
Ne yapacağını düşünürken, kaçmaya da kalkmamış.
Bunun yerine arkasını leoparın geldiği yöne dönerek kemikleri kemirmeye devam etmiş.
Tam leopar saldıracakken, yine kendi kendine konuşarak leopara duyurmuş:
"Şu aptal maymun da nerede kaldı? Yarım saat önce bir leopar daha getirsin diye gönderdim, hala haber yok ! "  
Diplomasi işte böyle bir şey. Yapabiliyorsanız; hızlı düşünün, sakin olun, güçlü görünün ve düşmanınızı kendi silahı ile yenmeye çalışın.

Alıntı


7 Ekim 2013 Pazartesi

KARTALLAR

Kartallara, bir fenerli olduğum halde hayranım. 30-40 yaşlarına  gelen kartalların önüne bir yol ayrımı çıkar. Çünkü bu yaşa gelince pençeleri, gagaları  sertleşerek taşlaşır. Sertlikten neredeyse  kullanılamaz, hareket  edemez hale gelir, bu durumla karşılaşan kartalların bir kısmı ölür, büyük bir kısmı yeniden doğum diyebileceğimiz 6 aylık zorlu bir süreci seçer; bu   süreci seçen kartallar, pençelerini yolar, gagalarını  taşlara vurarak  parçalar, kartlaşan tüylerini söker,  canı çok yanar, ama yeniden doğum için bunca acı şarttır. Bir süre sonra koparılan bu uzuvların yerine  yenileri çıkar. Kartallar bu mücadeleyle;  otuz kırk yıllık bir yaşama süresi daha kazanmışlardır. 
Biz  insanların da 40-50 yaşlarında, kartallar gibi  fiziksel ve ruhsal  bir değişimi geçirmeleri mümkün diye düşünüyorum; hem de bu süreçten daha sağlıklı ve daha da bilge olarak çıkarak...

4 Ekim 2013 Cuma

BEYİN KULLANMA KILAVUZU 74; ŞIMARIK ÇOCUK

Bilinçaltı; 4-5 yaşına kadar duvarlarını ve bu duvarlardan nelerin geçebileceğini oluşturur. Bu nedenle bu yaşlara kadar çocuğun güvenli ve sevildiği bir ortamda büyümesi  tüm geleceğini etkileyecek kadar önemlidir. Bilinçaltı bu yaşa kadar ördüğü duvarlarla, anlama kapasitesini de ölene kadar 5 yaşında tutar.

Son derece ahlaklıdır. Size öğretilen ve içinde yetiştirildiğiniz ahlaksal yapıya sıkı sıkıya bağlıdır. Tersi davranışlarda yaşanan suçluluk duygusu bazen bir ömür boyu sürer. Bu kez de bilinçaltı kişiyi cezalandıracak bir hastalık veya bir mahrumiyet yaratabilir

’’Çakralarımı açarak,  esneyen vücuduma, sonsuz enerjinin ve kadim bilgeliğin akmasına izin veriyorum’’ cümlesinden 5 yaşında bir çocuk neyi anlıyorsa bilinçaltı da onu anlar.J 5 yaşınızı unuttuysanız, bilinçaltınıza da doğru ve anlaşılır mesajlar vermek istiyorsanız eğer,  bu yaşlarda ki çocuklarla sohbet etmenizde fayda var. Net, sade, anlaşılır, kısa cümleler kurun. Kurduğunuz cümlelerde kelime sayısı arttıkça ve anlamak zorlaştıkça, bilinçaltı; bu cümleden  en önem verdiği bir veya birkaç kelimeyi seçebilir.’’ Sigaranın  sağlığımı tehdit etmesine izin vermiyorum ve sigarayı bırakarak sağlık ve sevgi yolunu seçiyorum.’’ Cümlesinden, kaydetmek için; sigara, sevmek ve seçmek  kelimelerini alabilirJ Sonra; niye sigarayı bırakamıyorsun, anla anlayabilirsen?


5 yaşında olmasından olsa gerek, tıpkı bir çocuk gibi isteklerinin hemen olmasını ister ve bunun için fena halde ısrar eder. ‘’Bana ne, bana ne istiyorum işte uvaaaa.’’diyen çocukluk hallerimiz bilinçaltının bu özelliğiyle cuk diye örtüşür. Nasıl olacağı, ahlaka uygun olup olmadığıyla pekte ilgilenmez. Başımızı derde sokan, bitmesi gereken şeyleri bitirtmeyen, başlamaması gerekenleri ise başlatan şey bilinçaltının bu özelliğidir.
BEYİN KULLANMA KILAVUZU 73; MR.HYDE

Bilinçaltı bol bol genelleme yapar; bu sebepten burnunu karıştıran bir insandan kötülük gördüysek, tüm burnunu karıştıranlara, kötülük yapacak diye bakar. Bundan dolayı bazen  herkesin sevdiği insanlardan, sebebini bilmeden hoşlanmayız. 
Hatırlamada sembolleri kullandığından resimle hatırlar, sözcüklerle değil. Hafıza uzmanları bu nedenle en çok resimle hatırlama tekniğini kullanır. Resimlerin de hayatta kalmayla ilgili olanlarını hiç unutulmaz şiddet, cinsellik gibi. Ağacın üstündeki sincabı unutabilirsiniz, poposuna ağaç girmiş bir sincabı asla.

Değişim bilinmeyendir, kısmi öngörülen, bazen öngörülemeyendir, bu nedenle bilinçaltı beynin değişime direnen tarafıdır, çevresine sürekli anlam yüklemeye çalışır. Bilinçaltı tersten söyleneni anladığından,bilincimizle  anlamlandıramadığımız bir ses yığını bizi etkileyebilir. ’’ Niçi alok niçi kamlo ultum ev kamaltahar zınıdasus, rıdakirah alok.’’  Düz haliJ‘’Kola harikadır, susadınız rahatlamak ve mutlu olmak için kola için.’’

Bilinçaltı espiriden anlamaz, bu nedenle arkadaşınıza çok gülecek olsada bilinçaltının hoşlanmayacağı ve unutmayacağı şakalar yapmayınJ

3 Ekim 2013 Perşembe

BEYİN KULLANMA KILAVUZU 72; SEZGİ Mİ?


Yakın geçmiş de yapılan bir deneyde, katılımcıların gösterilen kadın yüzü fotoğraflarını, çekicilik bakımından sıralamaları istenmiştir. 
Fotoğraflarda ki fark kadınların %50'sinin gözbebeğinin diğerlerine göre büyük olmasıydı. Katılımcıların büyük bir çoğunluğu gözbebeği büyük olanları seçmiştir. Neden seçtiklerini bilmeden. Seçtiler; çünkü gözbebeğinin büyümesinin cinselliğe hazır mesajı verdiğini bir şekilde kendileri bilmese de, fark ettiler.

Dünyanın en iyi tavuk seksörleri ( Hayvanlarda cinsiyet tayini yapan kişi. ) japonlardır. Yumurta üretecek dişilerle erkekleri hızla ayırarak, erkeklerin genelini imha edip, dişileri büyütüyorlar. Bunu her civcivi ellerine alıp arkalarındaki açıklığa bakarak bir günlük civcivin bile cinsiyetini biliyorlar. Nasıl bildiklerini bilmeyen seçiciler, bilmeden dünyanın her yanından gelen öğrencilere doğru cins seçmeyi öğretiyorlar. Bunu sadece öğrencilerin cevaplarına doğru yanlış, diyerek öğretiyorlar.

2. Dünya Savaşında bomba tehtidi ile yaşayan ingilizler için; gelen uçağın alman mı, kendi uçakları mı olduğunu anlamak hayati bir konu olmuştur. Bunu çok az sayıda insan ayırt edebiliyordu. Ve nasıl yaptıklarını bilmiyorlardı. Onların yanına yeni öğrenciler verildiğinde yine öğrencilerin tercihlerine evet, hayır diyerek onları mükemmel şekilde yetiştirdiler, sadece biliyorlardı o kadar.




2 Ekim 2013 Çarşamba

BEYİN KULLANMA KILAVUZU 71; HAYATIN ANLAMI


U tünelinden geçmeyenimiz var mı veya geçmeyecek olan?
U tünelinde ilerlerken başlangıçta arkada ışık vardır ilerleyebiliriz. Tünelin sonuna doğru da ışığı görebiliriz, bu hareket etmemiz için başlangıca göre daha da motive edicidir. Peki tünelin ortasında ne hissederiz? Ne arkadan ne de önden ışık gelirken,  zifiri karanlığın içinde...İlişkilerimizle, aile hayatımızla, işimizle ilgili ben de bu tünellerden geçmek zorunda kaldım. İşte tam ışıksızken kaybolmuşluğu, bir daha asla ışığa kavuşamayacağımızı düşünürüz. Karanlıkta ışık gibi hayatın bir gerçeği gündüz ve gece gibi hayatımıza giriyor ve çıkıyor.

Biz yaşadıklarımıza anlam katarak o anın karanlık veya aydınlık olduğuna karar veriyoruz. Yaşadığımız bir olaya yüklediğimiz anlam; odağımız, sözel tanımlamalarımız, ve duruşumuza göre değişiyor. Şaka gibi değil mi? Mesela odağımız başarıya dönük mü, yoksa endişeye mi? Olay sırasında kullandığımız kelimeler mahvoldum gibi katlanılması zor veya kırıldım gibi katlanması kolay kelimeler mi?
Başımız omzumuz dik ve doğru nefes alırkenki bakış açımızla, başımız önde ve omuzlarımız düşükken ki bakış açımız tamamen farklıdır.
Bu yazılanları bilmek ne anlamamı gelir? Anlamı değiştirecek gücün elimizde olduğu anlamına gelir. Mutluluk veya mutsuzluğun bir seçim, hem de bizim seçimimiz olduğu anlamına gelir. Beyin hayali ve geçeği ayırt edemez. Çıplak bir kadının hayali bir erkeği sanki canlıymışcasına uyarır, ekşi limon hayali de varmışcasına ağzımızı sulandırır.
Bence asıl büyü, ilerideki yıllarda keşfedilecek en büyük buluş; hayallerimize hükmedebildiğimizde ve anlamları değiştirebildiğimizde hemen her şeyi yapabileceğimizdir. Yok olmasını istediğiniz bir şey için bir parmak şıklatması yeter, hatta şıklatmaya bile gerek yok. Hayaller gerçekleşecek olayların tohumlarıdır onlar olmazsa meyvelerde olmaz. O zaman hepimiz çiftçilik konusunda uzmanlaşmalıyız.
Çünkü beyinde tıpkı toprak gibi ne ekersen ona göre mahsül verir. Domates ekersen toprağında az veya çok domates vermesi , patates ekersen patates vermesi gibi. Beyinde toprak gibiyse olumsuz düşünceler olumsuz sonuçları, olumlu düşüncelerse az veya çok olumlu düşünceleri doğurur.

Hepimiz aynı anda olan, ama olayları sıraya koymak için uydurduğumuz, zaman denilen kavramın kölesi olmuş durumdayız. Güney Afrikada bir kabile reisinin elmas madenini işletmek için ingilizler kabile reisine iki günlük yürüme yolunu bir saate indirecek asfalt yol ve rolls royce teklif etmişler.
Teklifleri reddedilince, ingilizler şok olarak, reise reddetme nedenini sormuşlar.
Kabile reisi kalan 2 gün, ne yapacağını bulamadığından,  teklifi reddettiğini söylemiş.

Sizi bir tüketici böcek olarak gören bu yeni dünya düzeninde fikren güçlenmek ve silahlanmak bir zorunluluk. Koçlardan, psikologlardan destek alanlarla hala dalga geçen bir gurup var ‘’Siz kendi yolunuzu bulamıyor musunuz?’’diyen ve tüm bunların para tuzağı olduğunu söyleyen. Her meslekte işini iyi ve kötü yapanlar olduğu gibi bu mesleklerde de var. Ama işini iyi yapanların varlığı da, nice şampiyonlar yarattıklarından yadsınamaz.



1 Ekim 2013 Salı

BEYİN KULLANMA KILAVUZU 70; SEVGİ

Bilinçaltı neyi severse sevsin, bu sevginin doğruluğunu destekleyecek yüzlerce fikir bulmak için çalışır.
Hangi kuramı destekliyorsak, hep o yönde doğrulamalar ararız. Özellikle tıp alanında hemen her görüşün aksini savunanlar da vardır. Kalple ilgili ''hemen ameliyat'' diyenler olduğu gibi, ''ameliyat yapılacak en son şeydir'' diyenler de var. Ben; en azından  bu ekollerden birinin,  insanları kandırdığını düşünürdüm. Ama zamanla gördüm ki, bu doktorlar hangi ekoldenseler  annelerine bile o ekolün savunduğu tedavi şeklini uyguluyorlar. Her yeniliği de bu ekolün süzgeçinden geçirdikten sonra kabul edebiliyorlar. Hani doğru bir taneydi,  hele bilimde?...

Sevilme isteği bize sürekli hata yaptırır, hele bu kişiyi biz de seviyorsak. Sempati duygumuzu; kişinin fiziksel çekiciliği, benzeliklerimiz ve  o kişinin bizi sempatik bulması oluşturur. Bize en çok benzer olanlar,  ilk insandan beri grubumuzun üyeleridir ve tehlikesizdirler.
Bizler, kendimizi sevmeyi öğrenmeden önce başkalarını sevemeyiz.
Beklentiler, ilişkileri sonlandıran şeylerdir.
İlişkiyi sonlandıran şeylerden bir tanesi daha, karşımızdakine ‘ihtiyacımız’ olmasıdır. Bir başkasına ihtiyaç duyuyor olmamız, kendi bütünlüğümüzün bir kısmının eksik olduğu anlamına gelir. Bu ihtiyaç aynı zamanda takıntıya dönüşerek ilişkinin dengesinin bozulmasına yol açar. Bir şeye veya kişiye ‘ihtiyacımız’ olması, bizi kısıtlayan bir durumdur.
İlişkiyi paylaştığımız kişiden, bizim kendi içimizdeki bir boşluğu doldurmasını bekleyemeyiz. Ancak karşımızdaki kişiye mümkün olduğu kadar tam halimizi sunabiliriz.
Aşık olmanın sizi tatmin edeceğini ve yalnızlığınızı sona erdireceğini zannetmeyin. Çok daha kolay mutlu olabilirsiniz Mutluluk bir durumdur, tatminse bir duygudur.
Mümkün olduğunca çok, mutluluğu, dengeyi ve bütünlüğü kendi içinizde arayın.
Hiç bir ilişkinizin sizin kendi kimliğinizi veya varlığınızı kaybetmenize veya değiştirmenize sebep olmasına izin vermeyin. Aksine, ilişkilerin amacı bize gerçekten kim olduğumuzu hatırlatmak ve bize güç vermektir.
BEYİN KULLANMA KILAVUZU 69; GRUP DAVRANIŞI

Takımlar tembeldir, bununla ilgili bilimsel çalışma 1913'de Maximillian Ringelmann tarafından yapılmıştır. Bir faytonu çeken iki atın performansı tek başına çeken atın performansının iki katı değildir.

Ringelmann insanlara  yaptırdığı halat çekme yarışlarında, her bir katılımcının güçlerini ölçtü. Halat çeken kişi sayısı arttıkça insanların bireysel olarak kullandığı güç azalıyordu, öyleki 8 kişilik ekipte, bireysel harcanan güç %100'den %49'a kadar düşüyordu. Takım çalışmalarında sarfettiğimiz katkının görülme ihtimali azalır diyerek tembelleşiyoruz. Performansı 0'a indirmiyoruz gruptan dışlanmamak için, anlaşılamayacak kadar tembelleşiyoruz.:) Bir taraftan da takım çalışması verimli  diye yırtınıp dursun şirketler...:)

Takım çalışmalarında kendimizi daha az sorumlu hissederiz. Takımlarda; tek başına olduğumuza göre çok daha fazla risk alırız, nasılsa her şey kötü de gitse, sorumluluk paylaşılacaktır.Her davranışımızın altında bireysel bir ihtiyaç yatar.  Bireysel başarıların ön plana çıkarılmadığı tüm takım çalışmaları başarıya ulaşma yolunda külliyen yalandır:)